Radyo 45'lik

Çarşamba, Mart 30, 2016

Yaşadığı Gecekonduyu Resim Müzesine Çeviren Zihinsel Engelli Muhammed’in Renklere Sığınmış Hikayesi

Hepimiz birbirimizden çeşitli yönlerimizle ayrılıyoruz ve bu farklılıklar da hayatımıza dahil.
Muhammed, zihinsel engelli bir arkadaşımız. Farklı, çünkü birçoğumuz onun çizdiği kadar güzel resimler çizemeyiz ve muhtemelen birçoğumuz onun sahip olduğu inanca sahip değiliz. O, ailesiyle yaşadığı gecekonduyu bir resim müzesi haline getirmiş. Muhammed’in ismini başarılarıyla duymayı umut ediyoruz ve sizi onun engel tanımayan rengarenk hikayesiyle baş başa bırakıyoruz.

Muhammed doğuştan zihinsel engelli bir arkadaşımız ama o doğduğunda, ailesi bunun farkında değilmiş


Ta ki Muhammed birgün hastalanana kadar. Birden bire rahatsızlanan Muhammed’i hastaneye götüren ailesi, yapılan tahliller sonucunda, onun bir genetik bozukluğa sahip olduğunu öğrenmişler. Yani onun zihinsel engeli, doğum sırasında doktorları tarafından ihmal edilmiş.

Zihinsel engeli sonradan fark edilen Muhammed için doktorlar, ‘yürümez’ demişler ama iki üç ay içinde annesi ne yapıp edip öğretmiş ona yürümeyi…


Ve okul çağına geldiğinde, 4-5 sene bir okula devam etmiş; sonra da maddi yetersizlikler yüzünden eğitimine ara vermek zorunda kalmış


Bir okula yazdırmışlar önce onu ama 4-5 yıl sonra okul başka bir yere taşınmış. Ailesi servis parası veremeyeceği için de Muhammed’i okuldan almak zorunda kalmış.

3-4 senelik bir aradan sonra ailesi, onu özel bir eğitim kursuna yazdırmış



Ve onun resim yeteneği, hemen hocalarının dikkatini çekmiş.

Muhammed’in yeteneğini fark eden hocaları, Ressam Harun Antakyalı’yı bulmuşlar ve o da gelip Muhammed’le gönüllü olarak ilgilenmiş


Harun Antakyalı’nın tavsiyesi üzerine, ailesi Muhammed’e atölye olarak kullanması için bir oda vermiş önce. Muhammed o kadar çok resim yapıyormuş ki, bir süre sonra kağıtlar, tuvaller yetmemeye başlamış.

Resim tutkusu yüzünden kağıtlar ona yetmemeye başlayınca; o da duvarlara yapmaya başlamış resimlerini



Ailesi de Muhammed’in hevesini kırmamak için ses çıkarmamış bu duruma.

Duvarlar bitince ise, sıra evin dış cephesine gelmiş


Sonra da ortaya bu resim müzesine benzeyen ev çıkmış…



Muhammed şimdi, bir iki seneye kadar yıkılacağı söylenen evleri yıkılır da emekleri ziyan olur diye çok korkuyor



Ve daha güzel resimler yapabilmek için biraz desteğe ihtiyacı var


Muhammed’in resimleri daha önce AFSAD(Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’da sergilenmiş. Satılık olan resimleri de bu evin içinde bulunuyor. Ve daha güzel resimler yapabilmek için boya ve tuale; bu yüzden de biraz desteğe ihtiyacı var. Muhammed’in iletişim bilgileri, yine AFSAD’da bir fotoğrafçı olan Ece Ertopçu‘da mevcut. Ve kendisi Muhammed’e ulaştırılmak istenen tüm yardımlarla birebir ilgileneceğini söylüyor. Onunla buradan iletişime geçerek, Muhammed’in dünyasına siz de bir renk katabilirsiniz.
Ve bir not: Buradaki videonun 11. dakikasından itibaren Muhammed’in ailesinin ağzından onun hikayesini dinleyebilirsiniz.
Kaynak : Listelist.com




Salı, Mart 29, 2016

DİSLEKSİ TANISI OLAN ÇOCUKLARIN AİLELERİNE ÖNERİLER




Disleksi, bir zeka geriliği değildir. Disleksi tanısı almış olan çocukların öğrenme potansiyelleri vardır, ancak öğrenme stilleri ve süreleri diğer çocuklara göre farklı olabilir.

Bu nenle çocuğu disleksi tanısı almış olan ailelerin telaşlanmasına, paniğe kapılmasına, çocuğunda bir yetersizlik ya da gelişimsel sorun olduğunu düşünmesine gerek yoktur.İlk etapta yapılması gereken, var olan bu durumu kabul edebilmektir. Kabullenme süreci arkasından başarı sürecini de getirecektir.

Aile ya da öğretmen tarafından çocukta tespit edilen bir öğrenme güçlüğü varsa, bu durum öncelikle test ve ölçekler kullanılarak, profesyonel biri tarafından belirlenmelidir.

Disleksi tanısı olan çocuklar da tıpkı yaşıtları gibi, okul öncesi ve ilkokul, ortaokul, lise eğitimini tamamlayabilir. Eğitim öğretim hayatları süresince otizmli ya da down sendromlu bir çocuk gibi, yoğun olarak özel eğitime ihtiyaç duymazlar.

Özellikle ilkokul evresi ile birlikte disleksi daha rahat tanılanabilir. Bu nedenle çocuğunuz ilkokula başladığı sürede sizin ve öğretmeninin gözlemleri ve tespitleri çok önemli ve değerlidir.Eğer çocuğunuz ilkokula başladıktan sonraki süreçte,

• Sesleri öğrenmekte zorlanıyorsa,• Sesleri birleştirerek hece, heceleri birleştirerek kelimeleri okumakta ve yazmakta güçlük çekiyorsa,• B-D, M-N gibi yakın sesleri okuma yazma sırasında karıştırıyorsa,• Satır takibi yaparak yazmakta oldukça zorlanıyorsa,• Yazısı okunamayacak kadar kötü ise,• 3,4,7 rakamlarını ters yazıyorsa,• Rakamları ters okuyorsa (35 yerine 53 şeklinde okumak gibi)• Kelimeleri düz görmesine rağmen, ters okuyorsa ( Kocaman- Komacan)

Çocuğunuzun genel gelişim değerlendirmesi ve akademik değerlendirmesi için bir uzmandan destek almanızda fayda olacaktır.

Tanılama sürecinin ardından, çocuğunuzun akademik becerileri ve derslerine yönelik aldıracağınız birebir destek ile, onun öğrenme, başarı ve motivasyonu arttırabilirsiniz.



Kaynak : http://www.emineergun.com.tr

Pedagog Emine Ergün

Çocuk Gelişimi Uzmanı, Ebeveyn Danışmanı, Özel Eğitim Danışmanı, Kreş Danışmanı, Anne Çocuk Öyküleri Kitabının Yazarı.

Pazartesi, Mart 28, 2016

Akşam baban eve gelsin o zaman görürsün sen!

Çocuklar gün içinde yaramazlık yaptığında -ki yapmayanına henüz rastlayan olmamıştır- anneler gözlerinden ateş saçarak dik dik evlatlarına bakar, sağ elinin işaret parmağını kaldırıp onlara doğru hızlıca sallar ve seslerini yükseltip arkasından olabildiğince kabalaşarak yukarıda yazının başlığında da kullanmış olduğumuz şu tehdit dolu ifadeyi savururlar: “Akşam baban eve gelsin o zaman görürsün sen.”
Annelerin bu sözleri sarf ederken sahip oldukları haleti ruhiye bir polis memurunun şüpheliyi adliyeye sevk ederken savcı ve hâkimlerle korkutmasına benzer ki hiç doğru değildir. Baban akşam gelsin o zaman sana ne yapacak göreceğiz demek bir nevi bakalım el mi yaman, bey mi yaman, bütün bu yaptıkların yanına kar kalmayacak diye korkutması demektir ki, polis memurunun şüpheliye sen bir savcının karşısına çık da sana bak ne yapıyor ya da ne diyor demesinden farkı yoktur. Yoksa bu sözlerle kast edilen şey baban gelince beraber yemek yeriz, çay içeriz, hoşça vakit geçiririz değildir. Zaten ilgili tehdit ‘Görürsen sen’ le de bitmez. Birçok anne “Baban duyarsa seni de öldürür beni de” gibi bir kısım ne maksatla söylendiği belli olmayan eklemeler de yapmaktan çekinmez. Annenin ne söylediğini gayet iyi anlayan çocuk -eğer arsızlaşmamışsa- baba sözünü duyar duymaz zaten dizlerinin bağı çözülmeye çoktan başlamıştır. Kendisini annesine affettirmek için kara kara düşünmektedir.
Babanın misyonu ne?
Biz erkekler de özünde doğru yaptığımızı düşünerek çok zaman annelerin bu oyununa düşeriz. Akşam eve gelince “Şu çocuğuna bir şey söyle hiç laf anlamaz oldu.” diye başlayan ve ardından bir liste halinde bize sunulan günlük yaramazlıkları dinledikten hemen sonra “Ben babayım hesap sorarım, gel bakalım bana anlat neden böyle oluyor.” diye çocuğumuza da sesleniriz. Misyonumuzun bunu gerektirdiğine inanmışızdır. Akşama kadar babasını görmeyen evladımızın başında bir anda buz gibi bir sesle, her an kararmaya hazır bir yüzle bitiveririz. Çocuğun mutlaka haksız olduğuna da inanmışızdır. En insaflımız sakın bir daha olmasın der. İnsafsızlar ise bir ömür boyu devam edecek travmalara neden olabilecek hataları hayata geçirmek üzeredir.
Sevilen ve seven bireyler
Sağlıklı bir ailede en belirgin özellik aile bireylerinin kendi aralarındaki iletişimi ve fertlerin birbirine duyduğu sevgidir. Yani eşlerin birbirini ve evlatlarını ayırmadan sevdiği, çocuklarında kendi aralarında düzeyli iletişim kurup anne ve babasına her hangi bir ayrım yapmadan beslediği sevgi baktığımızda karşımızda düzeyli bir ailenin durduğuna işarettir. Yoksa pek çok çiftin ikinci evliliğini yaptıktan sonra birinci evliliğinden olan çocuğunun yeni eşiyle etkili iletişim kuramaması örneğinde olduğu gibi çocukların ebeveynlerden bir tanesine karşı sürekli kaygı ve korku besliyor olması aileyi mutlu yuva statüsünden aşağılara düşürür.
Anne ve babanın çocuk tarafından keşfedilirken çiftlerin birbirlerine karşı gösterdikleri tutarlı ve olumlu davranışlar önemli bir referans kaynağı olmaktadır. Eşini seven birey evladına sen de benim gibi onu sev demektedir. Eşi tarafından hak ettiği ilginin ve sevginin kendisine gösterilmediğini düşünen ve bunu belirten başka bir birey ise evladına benim kafam onunla alakalı çok karışık seninki de karışsın demeye getirmektedir. Hele ki eşinin devamlı veya süreli tehdit unsuru olduğunu düşünen ve bunu evladına hissettiren diğer bir birey ise zaten çocuğuyla eşi arasında sevginin oluşumunu en baştan engellemiştir.
Baba kompleksi
Babanın çocukluk döneminde göstermiş olduğu güç odaklı otoritenin çocuklar adına yetişkinlik hayatlarına yansıması ise çocukların babadan nefret edip, onun öğretilerinin tümüne muhalif bir hayat çizgisi oluşturması şeklinde karşımıza çıkabilir. Millet olarak yaşadığımız bir komplekstir aslında babalık kompleksi. Kişinin hukuken babasını reddetmesi mümkün değilken topraklarımız babasını reddeden bir anlayışa sahne olmuştur. Ecdadını reddeden ve tamamen ona olan kiniyle babasının hayat tarzına muhalif yaşam sürme azminde olan bu anlayış sonraki nesillerde travmalar yaşanmasına neden teşkil etmiştir.
Üniversitede okurken, eğitim almak için ilk kez şehir dışına çıkan ve içerisinde yetişmiş olduğu mazbut aile yapısına oldukça ters bir hayat tarzını üniversite tahsilinde benimseyen pek çok insanla karşılaştım. Bu insanlarla oturup konuştuğumda neden böyle diye kendilerine sorduğumda babasının despotluğundan, acımasızlığından, müsamahasızlığından dem vuran cevaplar verdiler. Aslında yaptıkları şey küçükken kendisini azarlayan ve üzen babasına veremediği karşılığı vermekten ibaretti. Bu halleriyle “Baba sana çok kızgınım o yüzden senin gibi olmak istemiyorum.” der gibiydiler. Ama senin gibi olmak istemiyorum tepkisi sırf babasına karşı olan soğukluktan dolayı ne olduğunu bilmediği bir hayat tarzına sırf babası bu tarza soğuk diye sempati beslemelerine sebep olmuştu. Bilmediği bir çevrenin kucağına kişinin kendisini bu inatla bırakması yeni marazlara sebep olmaktaydı. İnsanın sırf dolaylı olarak intikam almak düşüncesiyle kendi büyüdüğü çevrenin öğretilerine ters hayat yaşamak istemesi kişiliğin parçalanmasına sebep olabilecek kadar keskin ve derin bir değişimden ibaretti.


Güven kaynağı babalar korku kaynağı olursa
Babalar aile fertlerinin ev içerisinde hissettiği güvenin en büyük kaynağıdır. Onu korku ve kaygının sembolü haline getirmek tam manasıyla aile adına bir yıkımın habercisidir. Bu konuda hem anneler hem de bizzat babalar bu makamın ifade ettiği değeri muhafazayla mükelleftirler. Sadece anneler değil bazen babalarda bu güzel misyonlarını zedeleyecek davranışlarda bulanabilmektedirler. Bir arkadaşım evde yaramazlık yapan oğlunun gürültüsünden bunalıp eşine “Şuna iki tane patlat yoksa ben oraya geleceğim.” dediğini bunun üzerine oğlunun annesinin elinden tutup kendisine hemen tokat atmasını rica ettiğini söylüyor. Bu durum zamanla çocuk ve baba arasında doğabilecek önemli bir kompleksin habercisi olarak yorumlanabilir.
Sorumlu ve şuurlu bir anne çocuğu ile yaşamış olduğu problemleri çözme adına babayı bir tehdit unsuru olarak bir canavar gibi lanse etmek yerine eşini yüceltip, sahip olduğu olumlu vasıfları çocuğunun nazarına verip kendisine saygı duyulmasını sağlayan kişidir. Babaya çocuğu devamlı şikâyet etmek bazen ters tepmekte babalar kendisini suçlu görüp çocuğu bırakıp anneyle uğraşmaktadırlar. Bir öğrenci velisi akşam eve gelince hanım şikayetlere başlayınca hem çocuğa hem de hanıma kızıyorum diyerek yaşanan bu ürkütücü neticeden bahsetmişti. Sabahtan beri çocuğu tarafından bunaltılan annenin akşam olduğunda böyle bir tavırla karşı karşıya kalması da ayrı bir handikaptır. Eşler arası diyaloğu baltalar. İletişimi sekteye uğratır.

   Çocuklar babalarından korkmamalı tam tersine ona saygı duymalıdır. Bu biraz babanın tutum ve davranışlarıyla biraz da annenin kendisini nazara vermesiyle olur. Elbette baba da aynı şekilde davranıp anneyi nazara vermelidir. Birbirine sevgi ve saygıda kusur etmeyen çiftlerin oluşturduğu bu düzeyli ekoloji çocukları da içine alacak ve çocuklar korktuğu için değil saygı duyduğu için ebeveynlerine itaat edeceklerdir.





Epilepsiye Objektif Ol


  Epilepsiye Objektif Ol fotoğraf yarışması çocukların karelerini bekliyor 

   Dünyada 50 milyon(1) kişinin etkilenmesi nedeniyle en yaygın nörolojik bozukluklardan biri olan epilepsi hastalığına dikkat çekmek amacıyla Türk Epilepsi ile Savaş Derneği, Sanofi’nin desteğinde “Epilepsiye Objektif Ol” isimli bir fotoğraf yarışması düzenliyor. Bu yıl ikincisi düzenlenen yarışmada ünlü fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut jüri üyeleri arasında yer alıyor. 6 yaşından büyük herkesin katılabildiği yarışmaya son başvuru tarihi 27 Nisan 2016

 22 Mart 2016 / İstanbul – Dünyada ve Türkiye’de yenilikçi politikası ile ilaç sektörünün öncülerinden olan Sanofi, tedavi yöntemleri geliştirmenin yanı sıra kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle de hastalıklara karşı farkındalık yaratacak önemli çalışmalar yürütüyor.

Türk Epilepsi ile Savaş Derneğinin, Sanofi’nin desteğinde epilepsiye dikkat çekmek için bu yıl ikinci kez düzenlediği ve jüri üyeleri arasında ünlü fotoğrafçı Mehmet Turgut’un da yer aldığı yarışma ile epilepsiye ilişkin farkındalık yaratılması ve hastaların sosyal yaşama katılımlarının teşvik edilmesi amaçlanıyor.
Yarışmaya 6 yaşından büyük çocuklar çektikleri fotoğraflarla katılabiliyor. Çocukların fotoğrafları 6-16 yaş kategorisi kapsamında değerlendirilecektir. Birinciye 2.500 TL, ikinciye 2.000 TL, üçüncüye 1.500TL ve dördüncüye mansiyon ödülü olarak 1000 TL ödül verilecektir. Dereceye giren fotoğrafların yıl içerisinde özel bir tören ile sergilenmesi planlanmaktadır. Yarışmaya son başvuru tarihi 27 Nisan 2016.
Yarışmaya web sitesi ya da posta yoluyla başvuru yapılabilir
www.epilepsiyeobjektifol.com internet adresinden ve posta yoluyla başvuru yapılabilen “Epilepsiye Objektif Ol” fotoğraf yarışmasına en fazla üç fotoğraf ile katılmak mümkün. Posta ile başvuru yapmak isteyenler fotoğraflarını CD’ye veya taşınabilir belleğe kopyalayarak veya fotoğraflarının çıktılarını alarak Cengiz Topel Caddesi, Ergin Sokak, B Blok, No:45 D:2 34337 Etiler, Beşiktaş adresine gönderebilir. Yarışmaya başvuruda bulunurken fotoğrafların kısa hikâyelerinin de başvuru formuna eklenmesi gerekmektedir.

Burcu Öğünlü

2011 yılında anne olan Burcu araştırmayı seven bir anne. Annelik, çocuk bakımı, çocuk gelişimi gibi konularda yazılar yazıyor, röportajlar yapıyor.

Salı, Mart 22, 2016

Itır Koşunca


Çocuğunuza mutlaka okumanız gereken, buram buram iyilik ve sıcaklık kokan bir kitap, Itır Koşunca..

Oturup duranlar köyünde, herkes üşengeç, tüm ahali hareketsiz, ümitsiz... 

Bolluk, bereket uğramayan bu köyde bir gün tatlı mı tatlı bir kız dünyaya gelir. Adını ıtır koyarlar.
Ahalinin tam tersi bir kız olur, Itır. Kendi ile birlikte, bolluk, bereket, neşe, dostluk ve sevgi de getirir, köye.

Itırın yaptıkları içinizi ısıtacak ve çocuğunuza hiç tanımadığı ama yardıma muhtaç insanlara iyilik yapabilmenin, onları mutlu edebilmenin vurgusunu yapabileceksiniz, bu kitap sayesinde.

Itır aslında gerçek bir kahraman ve kitapta bahsedilen tüm bu iyilikleri, gerçek hayata taşıyabilmiş. Ayrıca çok da güzel bir şeye hizmet ediyor. Mutlaka almalı, destek olmalı ve çocuğunuza tüm bunları öğretmelisiniz.

Sevgiler...

Cuma, Mart 18, 2016

Meçhul Asker Mezarı


Çanakkale Şehitler Abidesi eski temsili şehitliğin ön tarafında yer almaktadır. 10 mart 2003 tarihinde Avustralya Büyük Elçiliğimize teslim edilen meçhul bir Şehidimizin başını elçilik yetkilileri Türkiye’ye gönderdiler Bedeni Anafartalar Aruburnu bölgesinde yatan kahraman şehidimizin başı 18 mart 2003 tarihinde dini ve resmi törenle bugünkü şehit kabrine gömülmüştür.
Bugün bize insan hakları konusunda ders vermeye kalkanlar savaş kuralllarına ve ve insan haklarına aykırı olarak bir Avustralya askeri , öldürüldüğü bir askerimizin başını keserek savaş sonunda Avustralya’ya hatıra olarak götürmüş , orada halkına bu kesik başla hava atmıştır. Aynı zamanda dünyanın en fazla yaşayan (savaşta ölmeyenlerden) Avustralya’lı asker daha sonra yaptığına pişman olmuş , mahzeninde yıllarca sakladığı Türk Askeri nin kesik başını Türk yetkililere ölmeden önce teslim edilmesini vasiyet etmiş , 10 .03.2003 tarihinde ölümünden hemen sonra çocukları Türk Şehidinin kesik başını Avustralya Büyük Elçiliğimize teslim etmişlerdir.
Geliboluda telef olan katırların ad ve numaralarını bile kayıt altına alan Avustralya bu başı Avustralya’ya götüren kişiyi açıklamadı.Adli tıbbın “caucasian” yani beyaz ırktan olarak nitelendirdiği bu başı Türk yetkililer Kafkasyalı olarak kabul ettiler ve Devlet töreniyle Tükiye’ye geri getirilmesine izin verdiler.




Detaylı bilgi için BURAYA tıklayınız

Çanakkale!


Boğaz..Huzur..Tarih..Çanakkale..

Sıkıntıları ardınızda bırakın, üzerinize canlı renklerde bir kıyafet giyin,cebinize güzelliklerinizi alın ve yüreğinizi tazelemek için Çanakkale’ye gidin..Tam da vakti, pişman olmazsınız..

İzmir’den yola çıkıp, Kaz dağlarının dolambaçlı yolundan Midilli Adası manzarası eşliğinde geçmiş, Ezine’den çıkmış boğaza dogru iki şerit yolda ilerkenler tepeler sona erir sağda ufukta, hatta karşı kıtada Şehitler Abidesini görür şaşırırsınız bulunduğunuz yerden bile görünebiliyor olduğuna.

Çanakkale’ye yaklaştıkça denizi görürsünüz masmavi, iki kıtanın çizgi halinde sardığı incecik kıvrımlı boğaz.. Karşı tarafta Çanakkale’de iki kıtanın birbirine en yakın noktada karşılıklı yapılmış kalelerden Avrupa tarafında olan eski bir anahtar görünümündeki asıl adı Kilid-ül Bahir yani boğazın anahtarı anlamına gelen Kilitbahir  kalesi tüm heybetiyle görünür ve çevresinde de tek katlı beyaz minik evler..

Artık yol bitti denize kavuştunuz. Solunuzda hayırsever bir Çanakkale yerlisi olan Terzioğlu’nun sadece eğitim için kullanılması için vasiyet ettiği arazisi üzerine kurulu fakültelerden, yurtlardan oluşan kampüsü görürsünüz, sağınızda şehrin ilk beş yıldızlı oteli Kolin masmavi durmaktadır. Ve şehir merkezi yazısından yaklaşık 10 dk. sonra kendinizi karşı kıtayla Çanakkale arasındaki ulaşımın tek yolu olan Feribot iskelesinin önünde bulursunuz.Etrafınızda Çanakkale Zaferi’ni temsilen o dönemden kalma pek çok anıt, turistler hatıra alabilsin diye yanyana dizilmiş küçük dükkanlar ve önlerindeki tezgahlarda farklı renklerde ve boyutlarda Truva Atı heykelcikleri görürsünüz.

Bu noktada bile havanında tertemiz kokusuyla huzur bulmaya başlıyorsunuz.

Hemen feribota binerek Kilitbahir’e geçip kale önündeki çay bahçelerinden birinde bir çay içebilirsiniz boğaza karşı ya da gitmeyip Çanakkale merkezdeki eşsiz güzelliklerin sessizliğin keyfine varabilirsiniz.

Konaklamak için kordon boyu kenarında dizili otellerden birini seçip denize bakan bir odada kalabilirsiniz.

Ama ne olursa olsun işlerinizi hemen bitirip gün batımına doğru mutlaka Çimenlik Kalesine gitmeli, yol üzerinden yarım ekmek midye tava almalı, Nusrat Mayın Gemisi’nin maketi önünde bir bankta oturup pek de öttüğü görülmeyen martılar etrafınızda, deniz ayaklarınızın ucunda güneşin batışını izleyebilirsiniz.

Güneş battıktan sonra kıpkırmızı bir ufuk ve üzerinde açık mavi bir gökyüzü kalacak ve ufukta uçsuz bucaksız görünen denizden gelen ya da oraya durgun denizin üzerinde süzülerek ve çok da yakınınızdan giden, suya yansıyan ışıkları yeni yeni yanmaya başlamış pek çok türde gemi görürsünüz.

Ulu Önder’imizin ‘’Çanakkale Geçilmez’’ sözü sonrasında buradan geçen gemilerin kaptanları Çanakkale’den geçildiğinde seyir defterlerine ‘’geçildi’’ kelimesini kullanmadan burada seyir ettiklerini ifade etmek için ‘’Çanakkale geride bırakıldı’’ gibi ifadeler yazmaktadır, bu büyük sözün anısına.. Hemen karşınızda dağın eteğinde de beyaza boyanmış bir mehmetçik resmi ve yanında ‘’Dur Yolcu Bilmeden Basıp Geçtiğin Bu Toprak Bir Devrin Battığı Yerdir’’ yazmaktadır yine o büyük zaferin anısına..

Zaten anıtlara ya da tepelerin yamaçlarına baktığımızda Çanakkale Zaferi, Truva, Piri Reis,  Çanakkale Seramikleri gibi başlıca konular hakimdir tüm şehirde.
  
Artık hava iyice lacivert rengini almaya başladığında kordon boyunda bir tur atma vakti gelmiş demektir. Feribot iskelesinden başlayıp kordonun öbür ucuna doğru yapacağınız yürüyüş yaklaşık 20 dakikanızı alacaktır. Kordon boyu boyunca sıra sıra cılız ağaçlar arasında pek çok bank olduğundan dinlenme ve birde tam merkezden boğaza bakma fırsatı bulabilirsiniz. 

Pamuk helva tercih ederseniz neredeyse her köşede bulunan satıcılardan tazecik helvanızı da alabiliyorsunuz. Bir de Çanakkale’ye gittiğinizde mevsim bahar sonu ya da yaz ise kordon boyunda cadde kapanmış olacaktır ve kapanan yolun üzerinde pek çok seyyar kafe bulunuyordur. Ne içmek istediğinizi şöyle bir düşündükten sonra manzarasını ya da sandalyesini en beğendiğiniz kafede biranızı ya da çayınızı içebilirsiniz, şarap evinde enfes Bozcaada şaraplarından tadabilirsiniz yada kızarmış dondurma yiyebilirsiniz. Oturduğunuz yerden gördüğünüz manzarayı unutamayacağınızdan da emin olabilirsiniz..

Ve tüm bunların ardından Çanakkale’deki bir gününüz; aldığınız temiz havanın da verdiği huzurla ve keyifle ve cebinize attığınız yeni güzelliklerle son bulacaktır..

Makbule Esra / objektifanne



Çarşamba, Mart 16, 2016

Y Kuşağı Dijital Babalar

   Bu aralar çok fazla internette ve dijital ortamlarda vakit geçirdiğimi fark ettim. İşimin internet sektöründe olması, teknolojiyle iç içe olması gibi birçok sebep benim ve benim gibi insanlarında dijitalleşmesini, dijitalde daha fazla vakit geçirmesini sağlıyor bunun farkındayım, “fazla vakit geçirme” kısmının neresinde duruyorum onu da bilmiyorum açıkçası. Fazla dışında durmak veya fazla dijitalleşmenin kendi içerisinde avantajları ve dezavantajları illaki vardır. “Fazla”nın tanımını psikologlara bırakmak en doğrusu olacaktır.

   Bu noktada bir geçek var ki dijitalleşme satın alma alışkanlıklarımızı, çevremizi vs birçok yönümüzü de değiştirmiş oluyor. Bir şey ararken, satın alırken interneti kullanmak, öncelikle teknolojinin nimetlerinden yararlanmak ilklerimiz arasında yer almaya başlıyor.

   Bu durumda bir diğer “gömleğimiz” olan babalık özelliğimiz de düşününce de aile ile iletişimde dijital ağırlıklı olmaya başlıyor. Çocuk ihtiyaçları, okullar, sağlık vs birçok konu kendi hayatımızda olduğu gibi aile hayatımıza da etki ediyor. Bu durum benim için iyi mi kötü mü diye düşünürken olumsuz bir takım yazılara da rastlıyorum.“Google çalışanlarının çocukları teknolojiden uzak, tamamen dijitalsiz yuvalarda yetiştiriliyor” haberleri de insanın kafasını karıştırmıyor değil. Belki bu konu için ilerde daha geniş kapsamlı bir yazı yazarım.  Tüm mevcut duruma Y Jenerasyonu olan babaları da eklediğimizde tam bir dijital dünyadan bahsediyoruz. Hayatların dijitalleştiği davranışların ve tüm alışkanlıkların farklılaştığı jenerasyondan bahsediyoruz. İlgili yazımda Y jenerasyonu ile ilgili detaylı yazımı inceleyebilirsiniz.

   Bugünkü araştırma konum çocuklardan ziyade dijitale meyilli olan benim gibi babaların alışkanlıkları. Araştırmam esnasında Connected Vivaki’nin “Dijital Babalar” isimli bazı istatistiklerine rastladım. Rastlamışken de detaylı olarak incelemek istedim:
Tüm erkekler içerisinde dijital babaları kıyasladığımızda Dijital babaların çocuklar ve ebeveynlik konusunda, arabalar konusunda, seyahat konusunda, finansal ürünler ve iş hayatı konusunda önemli farklılaşmalar sağladığını gözlemleyebiliyoruz. Özellikle son yıllarda arabalar ve seyahat ile ilgili kalemlerin dijitalde önemli ölçüde önemli ölçüde büyüğünü istatistiklere yansımalarını görüyorduk. Özellikle bu iki kalem tüm erkekler içindeki dijital babaların farklılaşan iki önemli özelliği olarak dikkat çekmekte.


   Medya Tüketimleri incelendiğinde ise; Dijital babaların pc, laptop, tablet gibi alanlar dikkate alındığında tüm erkekler içerisinde daha fazla paya sahip olduğunu görüyoruz. Dijital babalar mobil cihaz ve sosyal ağlar dikkate alındığında tüm erkek gruplarında daha geride olduklarını gözlemliyoruz. Mobil cihazlar için bir kırılım yapılmamış belki de bunun içerisinde akıllı telefonlar gibi bir ayrım yapmak faydalı olacaktır. O durumda da akıllık telefon kullanımları gibi cihazlarda dijital babaların artışı dikkat çekecektir.


   Yukarıda da kısaca bahsettiğim gibi y kuşağının bütün alışkanlıkları farklılıklar göstermekte. Y kuşağı kısmı biraz psikolojiyle alakalı olsa da bir kısım davranışlara da etki etmekte. Bu anlamda hem dijital olan hem de y kuşağı olan babalar öncelikli olarak bilgiye veya araştırmaya olan açlıklarıyla ön plana çıkmış oluyorlar.

   Bu açıdan bakıldığında dijital babalar araştırmada da görüldüğü üzere bir hizmet veya ürün satın alırken büyük oranda forumları inceleyip ürün veya hizmetler hakkında detaylı bilgi almaktadırlar. İlerleyen dönemlerde yapılacak farklı araştırmalar da bu oranın daha artacağını gösterecektir. Çünkü giderek daha da dijital dünyaya ayak uydurup uyumumuzu arttırıyoruz.


Sonuç olarak yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki kuşaklar değiştikçe dijitale olan talep daha da fazla artmakta. Buna paralel olarak aile birliği ve aile fertlerinin de dijitalle olan uyumu da hızla artmakta. Dünün yeni dijital kuşağı olan kitle bugünün anneleri babaları olmuş durumda.


Kaynak : Cenap COŞKUN

Salı, Mart 15, 2016

Babalar Da Bez Bağlar

Bir anne olarak çocuğumun her ihtiyacını kendim görüyorum. İlk 40 günün dışında kimseden yardım almadım fakat, kendime zaman ayırmaya ihtiyaç duyduğumda (2-3 saatlik) elbette yardım çığlıklarımı duyanlar ve koşanlar vardı. Ama herşey bununla bitmiyor. Günler hep güllük gülistanlık olmuyor. Bundan dolayı da demem o ki; babalar, annelere yardımcı olmak için, gerekirse bez de bağlamalı..

Eşim, kızım doğduğu ilk günden beri bana çok yardımcı. Ev işlerimde, yemeklerde, Bade'nin bakımında...vs. tabii ki bizim şanslı yanımız, eşimin bir ay içinde en az 10 gün evde oluyor olması. Her gün işe giden babalar için biraz insaflı olmak gerek diye düşünsem de hem cinslerime kıyamıyor ve o babalara da sesleniyorum. :)

Baba deyince insanın aklına sadece çalışıp para getiren, olan biteni en son duyan, acil durumlarda kır camı bas butona gibi düşünceler gelmemeli. Artık devir o kadar değişti ki; babalar da değişti, haliyle. Değişmeli de.! Yani yardımdan kastım; sadece biz yorulduk diye değil, çocuklarımızın psikolojileri için de yardım...

Bir çocuk düşünün; evde birbirine sevgiyle yaklaşan anne baba, sürekli kendini birey gibi hissetmesini sağlayan saygı, bir şeyler saklamaya ihtiyaç duymayacak kadar ailesiyle iç içe... Bu çocuk nasıl özgüvensiz olabilir? Ya da nasıl mutsuz olabilir?

Bence çocuğun özgüveni, anneden çok babayla olan iletişiminden kaynaklanıyor. Bu tabii ki sadece benim düşüncem. Neden böyle düşündüğümü de merak ediyorsanız biraz açıklayayım;

Öncelikle babaya saygı kesinlikle öğretilmeli ama babadan korkulmalı düşüncesi asla yerleştirilmemeli. Anneler gibi babaların da yeri geldiğinde evcilik oynayabileceğini, yeri geldiğinde de omzunda hıçkıra hıçkıra ağlayabileceğini bilmeli, çocuk. Rahat olmalı, babası ile konuşurken. Ve bilmeli ki, ne olursa olsun babası hep onun arkasında dağ gibi duracak ve onu hep ilk doğduğu gün ki kadar sevecek. Elbette sevecek ve seviyor da ama bunu çocuk hissetmeli, bilmeli. Hiç bir şeyden çekinmemeli...... Bla bla bla.

Gel de özgüvensiz olma.!

Kendi çocukluğunuzdan pay biçin, biraz eski günlerinizi hayal edin. İstemez miydiniz ki; babanızla tek başınıza bir kaç saat geçirmek, onunla evcilik oynamak, aman baban duymasın cümleleri yerine mutlaka babana da anlatmalısın olsun.? Ya da, bak akşam babana nasıl anlatıyorum, bunları gibi cümleler ile korkutulmamak... Aman babam duyarsa beni öldürür cümleleri artık bizim çocukluğumuzda kalsın. Varsın babalar ilk duyan olsun, en son duyan olmasın.

Bu sebeple derim ki, babalar da biraz iç içe olsun, çocuklarımızla. Varsın bez bağlasınlar, varsın 3 numara saçları ile kuaförcülük oynasınlar.. Ama bir şeyler olmaktan kaçmasınlar. Yorgunumun arkasına sığınıp, babalarımızın kopyaları olmasınlar. Kendine özgü baba, hayalinde kurdukları o adam olsunlar....

TABLET VE AKILLI TELEFONLAR ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNİ NASIL ETKİLİYOR

Çağımız teknoloji çağı iken, çocukları teknolojiden tamamen uzak tutmak doğru değildir. Ancak çocukların teknoloji ile ve teknolojik araçlar ile ne kadar yakın olacaklarına biz anne babalar karar vermeliyiz.

Artık hemen hemen her evde akıllı telefon ve tablet bilgisayarlar bulunmaktadır. Biz yetişkinler bile bu araçlar ile bu kadar yoğun ilgilenirken, çocukların da ilgi duymaları normaldir.

Özellikle de çocukların biz yetişkinlerin davranışlarını model aldığını ve kendi davranışlarını da bu modellemeye göre şekillendirdiklerini düşünürsek, bizim tablet, telefon ile ilgilenme şeklimiz ve süremiz daha da önem kazanmaktadır.

Çoğumuz tablet ve telefonları asıl amaçları olan iletişimin yanı sıra, oyun amaçlı da kullanmaktayız. 

Dolayısıyla anne babasını bu araçlarla oyun oynarken ve keyif alırken gören çocuklar da benzer davranış içine girme eğilimi içinde olabiliyorlar. Çocuğun önünde tablet, telefon ile oyun oynamak, bu nedenle çocuğun zamanından çalmak ne kadar yanlışsa, çocuk da Oytun oynamak istediğinde “Hayır olmaz deyip” tamamen yasaklamak o kadar anlamsızdır.

Türk pediatri derneğinin çocuklar için belirlediği ekran süreleri vardır.
Buna göre;

0-3 yaş: Olabildiğince ekrandan uzak tutulmalıdır. Ekran başında vakit geçirmemelidir.
3-6 yaş: Günlük toplam süre 20-30 dakikayı geçmemelidir.
6-9 yaş: Günlük toplam süre 40-50 dakikayı geçmemelidir.
9-12 yaş: Günlük toplam süre 60-70 dakikayı geçmemelidir.
12 yaş üzeri: Günlük toplam süre 120 dakikayı geçmemelidir.

Özellikle beyin gelişimi için çok önemli olan 0-4 yaşta çocukların sadece tablet ve telefondan değil, televizyondan da uzak durması çok önemlidir. Çünkü çocukların beyni ekrandan geçen hızlı kareleri yakalamakta zorlanmakta ve adeta şoka girmektedir.

Çoğu çocuk klip ve reklamları izleyerek yemek yer ve anne babalar da bunları izlerken çok güzel yediklerini tam olarak doyduklarını söyler. Oysaki bu yeme olayı anlamlı ve bilinçli bir yemek olayı değildir.

Özellikle klip ve reklamlarda ekranda saniyede 24 kare geçer ve çocukların beyin gelişimi buna hazır olmadığı için, bu 24 kareyi yakalamakta zorlanır. Yani çocukların ekran karşısında kilitlenerek yemek yeme olayı beynin kısa süreli şoka girmesi olayıdır. Bu nedenle çocuk ne yediğinin ne kadar yediğinin farkında olmadan sadece ağzına koyulan yiyeceği çiğner ve yutar. Ne zamanki reklam ya da klip biter o zaman çocuk kendisine yemek yedirildiğini fark eder ve kendine gelir, itiraz etmeye başlar.
Tablet ve akıllı telefonlarda oynanan oyunların da benzer bir etkisi vardır. Renkli ve hareketli ekran nasıl ki biz yetişkinlerin ilgisini çekiyorsa, çocukların da ilgisini çeker ve adeta kilitlenip kalırlar.
Tablet, telefon ve televizyon karşısında uzun süre zaman geçirmenin çocukların gelişimi üzerine nasıl bir etkisi vardır, bir de buna bakalım.

1. Tüm gelişim alanları, özellikle de beyin gelişimleri olumsuz etkilenir.
2. Sosyalleşme sürecinin en önemli basamağı olan 0-4 yaşta ekran karşısında olması gerekenden daha çok vakit geçiren çocuk, sosyalleşme sürecini sağlıklı şekilde tamamlayamaz.
3. Dil gelişiminde gerileme ya da gecikme meydana gelebilir.
4. Görme bozuklukları ve göz hasarları oluşabilir.
5. Sürekli olarak tablet ve telefona eğilerek bakmaktan vücut duruşunda bozukluklar olabilir.
6. Davranış problemleri ortaya çıkabilir. İstediği zaman kendisine tablet, telefon verilmediğinde ya da bu araçlar kendisinden geri istendiğinde çoğu çocuk itiraz ve reddetme davranışı göstermekte, bunun sonu genellikle ağlama ve öfke nöbeti ile sonlanmaktadır.
7. Çocuklar hareketsiz oturdukları için, hareket kabiliyetleri ve motor gelişimleri olumsuz etkilenebilir.
8. Gerçek çocuklarla gerçek oyunlar oynamayıp, sürekli sanal oyunlar oynayan çocuğun hayal gücü olması gerektiği gibi gelişmeyebilir.
9. Oyunlarda başarı odaklı davranan çocuklarda, başarısızlık durumunda kabullenmeme, karşı gelme davranışları gözlenebilir.
10. Çocuklarda dikkat dağınıklığı ya da dikkat eksikliği bulgularına rastlanabilir.

Anne Babalara Öneriler;
Akıllı telefon ya da tablet bilgisayar 12 yaştan sonra çocuklar için uygundur.• Kullanım süreleri için kesin kurallar kararlaştırın.• Koyduğunuz kurallar ile ilgili tutarlı ve kararlı olun.• Telefon ve tablet oyuncak değildir, çocuğunuz zaman geçirsin diye ona vermeyin.• Siz de çocuğunuza doğru model olmak için, tablet ve telefon ile onun yanındayken oyun oynamayın.• Siz de evde telefon ve tableti mümkün olduğunca sınırlı kullanın.• Çocuğunuz ile geçireceğiniz her dakika çok değerli. Bu süreyi ekran karşısında değil, oyun oynayarak, iletişim ve etkileşim içinde geçirmeye özen gösterin.


Pedagog Emine Ergün

Çocuk Gelişimi Uzmanı, Ebeveyn Danışmanı, Özel Eğitim Danışmanı, Kreş Danışmanı, Anne Çocuk Öyküleri Kitabının Yazarı.

Cumartesi, Mart 12, 2016

Eşitlik İçin Konuştular, bizde dinledik #eşitlikiçin

Merhabalar;
   Bugün Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDPTÜRKİYE) organizasyonunda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi ATAUM konferans salonunda #eşitlikiçin konuşuldu.

   Konuşmacılar arasında hepimizin yakından tanıdığı Türkiye'nin ilk Kadın FİFA kokartlı hakemi Doç. Dr. Lale Orta (@LaleOrta) #internetbabalari oluşumunu beraber gerceklestirdigimiz aynı zamanda Babalar ve Kızları @babalar_kizlari kurucusu Özdemir HİÇDURMAZ, Kadın balıkçılarla çalışan akademisyen Dr. Huriye Göncüoğlu (@huriyegoncuoglu) ve ünlü oyuncu aynı zamanda ihtiyacharitası.org kurucusu Mert Fırat (@mert__firat) vardı.

    İlk olarak sahneye çıkan konuşmacı Lale ORTA, Tamamen erkek egemenliğinde olan futbolda kadın dokunuşunun futbolu nasıl guzellestirdigini, yapamazsın olmaz dediklerinde nasıl oldurdugunu anlattı. Konuşmasının ana eksenine "Elimin hamuru, kramponumun tozu" cümlesini yerleştiren ORTA, tüm dünyaya kadınlarında futbol oynayabileceğini, yönetebileceğini ve hatta söz sahibi olabileceğini anılarında ki fotoğraflar eşliğinde birkez daha gösterdi. Futboldaki erkek egemenliğini kırarak #eşitlikiçin bizde varız dedi.

   Lale hanımdan sonra söz alan konuşmacı Özdemir HİÇDURMAZ oldu. Konuşmasının eksenine "Baba izi,parmak izi gibidir" cümlesini ekleyen ÖZDEMİR kurucusu olduğu Babalar ve Kızları oluşumundan ve bu oluşumun vizyonu/misyonu hakkında bilgiler verdi. Bir baba olarak çocukların gelişiminde annelerin üzerindeki yükün fazla olduğunu söyledi ve #eşitlikiçin aile içinde babalarında yer alması gerekliliğinin altını çizdi. Konuşmasının sonunda söylemiş olduğu şu söz salonda ki katılımcıların tebessüm etmesine vesile oldu, "baba olarak o kadar iyi şeyler yaptım ki, anne ile aramdaki tek fark Anne memesi oldu"

   3. Konuşmacı olarak sahneye çıkan isim ise Akademisyen Dr. Huriye GÖNCÜOĞLU oldu. Doğayı korumak için kadına yapılan her yatırım misli misli geri dönüyor, diyen GÖNCÜOĞLU konuşmasında kadın balıkçılara değindi. Kadın balıkçılar denize şükreder, farkında olmadan doğayı korur diyerek  sözlerine devam eden konuşmacı  #eşitlikiçin bu ülkede kadın balıkçılar var, elleri nasır tutan ekmeğini denizden çıkaran kadınlar var ama görünmüyorlar dedi. Konuşmasının sonunda, Anlattıklarım bir konuşmaya sığamayacak kadar büyük bir mücadele ve karşı duruş var diyen GÖNCÜOĞLU salondan coşkulu bir alkış aldı. Kendisini bu mücadelesinde sonuna kadar destekliyoruz.

   Günün son konuşmacısı oyuncu ve yazar aynı zamanda ihtiyacharitası.org isimli sosyal yardım sitesi ve oluşumu kurucusu Mert FIRAT oldu. Konuşmasının merkezine "Kurtlarla Coşan Kadınlar" cümlesini yerleştiren FIRAT, kadın erkek arası eşitsizliğin medya ayağına değindi. Senarist Kadınlar Sendikasının kurulduğunu söyleyen ünlü oyuncu, kadınlarımızın egemen dil olan erkek dilini yumuşattığını söyledi. Kurucusu olduğu ihtiyacharitası.org dan da bahseden FIRAT bu kooperatifin üyelerinin çoğunluğunun kadınlardan oluştuğunu söyledi. Konuşmasının sonunda #eşitlikiçin "Cinsiyetçi yaklaşıma son verilmeli" diyen genç oyuncu katılımcılardan ve dinleyicilerden kuvvetli alkış aldı.

  İnternet Babaları olarak düzenlenen bu sempozyumu çok begendiğimi ve tüm konuşmacıları gözünü bile kırpmadan izledigimi bilmenizi isterim. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim.

       Saygılarımla Cafer