Radyo 45'lik

Pazartesi, Şubat 29, 2016

Yitik Öykü - Seyduna & Şahrud

Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan, iki yürekte durmadan kanayan, Seyduna’yla Şahrud… Yüreklerin akarken bıraktığı izi birbirlerinin gözlerinde aradılar… Yoktu…
İki iklim farkıydılar, ne zaman göz göze değseler yangın çıkmayacak denli uzaktılar…
Yalnızca aynaların dökülen sırrına yansırdı; üçüncü bir kente düşmüş suretleri…
Şahrud gökyüzü geliniydi… Yüzüne bulut inse dolardı masal gözleri.  Bir solukluk rüzgârda bile, usul usul kanardı gelincik bedeni.
Seyduna yeryüzü cehennemi… Ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı sevdasını magma yüreği… Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı; onu da güneş günde iki kez ateşe verirdi.
İki iklim ayrıldılar.  “Ya Şahrud!” dedi Seyduna…
“Gözlerime mermi diye sevdanı sürdüm. Ardına bakma, gözyaşımla vurulursun. Su gibi git.”
Şahrud’un yüzüne keder mayın gibi durdu ve zaman gözlerinin su yeşilinde kuruldu.
Hüzün bir Buda heykeli gibi çırılçıplak yüzlerine oturdu.
Rivayet odur ki; Şahrud vardığı denizlerde hala Seyduna türküleriyle uyanmakta, Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan masalla yaşlanmakta.
(biliyorum! sen yine parmak uçlarında üşüyosun,aramızda kıvrılıp yatan uzaklıga inat,ayaklarınla kasıklarımın kasıgasını,ellerinle yüregimde yaktıgın ateşi düşlüyorsun.sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta ve çırıl çıplak bir ırmaga dönüşüyor yatagımızda apansız,parmakların tıkır tıkır işliyor iştahla,biliyorsun yaşamaktır aşk, geceyle gündüzün sessiz geçişimidir bir uyku bogazında,DELİCE BİR YANGIN PARMAKLARININ BUZULUNDA)