Radyo 45'lik

Pazartesi, Temmuz 25, 2016

ÇOCUĞUM İSTEKLERİNİ AĞLAYARAK YAPTIRIYOR

Bebekler dünyaya geldikleri ilk andan itibaren ağlamak onlar için bir iletişim biçimidir. Bebek acıktığında, uykusu geldiğinde, gazı olduğunda ağlayarak anne babasına haber verir, onlarla iletişime girmeye çalışır.
Biz yetişkinler ise bebeklerin ağlaması ile panik olup o anda aşırı tepkiler verebiliyoruz. Dolayısıyla bu tepkilerimiz ile birlikte onlara ağlamalarının ne kadar önemli ya da normal olduğu ile ilgili mesajlar veriyoruz.

Örneğin anne bebeğini emzirdikten sonra onu öğlen uykusu için yatırıyor ve kendisi de mutfak işlerine başlıyor. Bir süre sonra odadan ağlama sesi geldiğinde anne, telaş ve panik ile odaya gidiyor, bebeğini heyecanla kucağına alıyor. Bu kucağa alma sırasında eğer anne hal ve hareketleri ile bebeğine kaygı duygusunu aşılarsa, bebeği zamanla annesinin bu kaygılı hallerini kullanmaya başlıyor. Daha fazla ve daha şiddetli ağlayarak annesinin her zamankinden daha çabuk yanına gelmesini ve onunla daha fazla ilgilenmesini sağlamak için bir sistem geliştiriyor ve anne bebeğine şu mesajı veriyor:
“Ne kadar çok ağlarsam annem yanıma o kadar çabuk gelir, ne4 kadar çok ağlarsam benimle o kadar çok kalır ve isteklerimi yapar”
Ama aynı örnekte anne bu kadar kaygılı değil de daha sakin davransa bebeğin de annesinden öğreneceği şeyler daha farklı olacak. Örneğimizi tekrar ele alacak olursak anne bebeğini emzirdi, öğlen uykusu için yatağına yatırdı ve o da mutfak işlerine başladı. Bebeğin odasından bir süre sonra ağlama sesi duydu. Bebeğin odasına giden anne yatağın yanında durup “Günaydın, uyandın mı, bana mı seslendin” dedikten sonra sakince bebeğini kucağını alırsa ve “Sesini duyunca geldim” dese bebeğine şu mesajı vermiş olacak:
“Annem onu çağırdığım her an yanımda ve ben onunla birlikteyken güvendeyim”
Bu örneklerden de yola çıkacak olursak birinci örnekteki gibi kaygılı ve korumacı anne babaların çocukları 1-2 yaşına geldiklerinde de isteklerini ağlayarak yaptırma eğiliminde olan çocuklar olabiliyorlar. Çünkü bebeklikten itibaren anne baba çocuk arasındaki ihtiyaçlar dengesi buna göre kuruluyor.
Bu nedenle çocuklar ile bebeklikten itibaren kurulan iletişimin şekli ve kalitesi bizler için çok önemli.

Peki çocuğunuz büyüdükçe isteklerini ağlayarak ifade etmeye devam ediyorsa nelere dikkat etmelisiniz:
• Özellikle 0-2 yaşta çocuklar nesneleri dokunarak, ağızlarına koyarak tanırlar. Bu nedenle başkasının elinden oyuncak çekebilirler ya da başka bir çocuk sizin çocuğunuzun elinden oyuncak çekebilir. Böyle durumlarda “ağlama, ağlama ben sana başkasını vereyim” ifadesi ile değil, “Bak burada başka oyuncak var, sen de bununla oyna” ifadesi ile çözüm bulmaya çalışın
• Çocuğunuza karşı çok engelleyici ve baskıcı olmayın. Kural ve sınırlarınız olsun ama bu kural ve sınırlardan o ağlıyor diye vazgeçmeyin. Siz böyle davrandığınız sürece, çocuğunuz da ağlayarak kuralları ortadan kaldırmaya ve kuralsız sınırsız bir ortam oluşturmaya çalışacaktır.
• Söylemlerinizde, davranışlarınızda ve kurallarınızda ne t olmaya özen gösterin. Duruma ve yere göre tavrınızda esneklikler olabilir ama bu esneklikler siz uygun gördüğünüz için olmalıdır, çocuğunuz ağlıyor diye değil.
• Çocuğunuz isteklerini ağlayarak yaptırıyor ve siz de bu davranış nedeniyle “Bir daha böyle ağlarsan….” Diye başlayan tehdit cümleleri kuruyor fakat herhangi bir yaptırım uygulamıyorsanız, çocuğunuzun gözünde ciddiyetiniz ve inandırcılığınız kalmaz. Çocuğunuzu yaptırım uygulamak adına uyarıyorsanız, o yaptırımı gerçekten uygulayın.
• Anne baba tutarlılığı her konuda olduğu gibi bu konuda da çok önemli. Çocuk ağlasa da isteğini yerine getirmeyen anneye karşın “Ağlatma da ne istiyorsa ver” diyen bir baba varsa, çocuk bu tutarsızlığı da sonuna kadar kullanacaktır.








Kaynak : http://www.emineergun.com.tr/

Pedagog Emine Ergün

Çocuk Gelişimi Uzmanı, Ebeveyn Danışmanı, Özel Eğitim Danışmanı, Kreş Danışmanı, Anne Çocuk Öyküleri Kitabının Yazarı.

Pazartesi, Temmuz 18, 2016

Toplumsal Olaylar, Felaketler ve Çocuklar

Hepimiz bir toplum içinde yaşıyoruz. Anlamlı bulduğumuz tüm ilişkiler içinde yaşadığımız toplum içinde, o toplumun genel kabulleri, doğruları, yanlışları, mutluluk ve acıları tarafından şekilleniyor; şekillendiriliyor. Konuşan, düşünen, hayal kuran, üreten ve hisseden bir canlı olarak insanoğlu, kendi varoluşundan emin olmak için, kendisini bir başkasının gözünde görmeye her zaman ihtiyaç duyacak ve toplum bize bu aynayı tutma görevini sürdürüyor. Karşı çıktığımız, kabul ettiğimiz, yakınında olmak ya da uzak durmak istediğimiz her şey küçük ya da büyük, mikro sistem ya da makro sistem boyutunda hayatımızı şekillendiriyor.
Biz yetişkinler toplumsal döngüyü ve genel kabul görmüş toplumsal kuralları benimsemiş olarak ya da en azından öyle görünerek varlığımızı sürdürüyoruz. Çocuklarımızın da toplum ve/veya topluluk içinde var olabilmesi için bu öğrenme sürecinin içine girmesini destekliyoruz ve okullara gönderiyoruz. En küçük yaş grubundan en büyük öğretim kademesine kadar okullar çocuklar için toplumsal hayatın küçük bir modelini oluşturuyor ve çocuklarımız bunun içinde öğrendikleri becerileri gerçek hayata, dışarıda onları bekleyen gerçekliğe becerebildikleri ölçüde aktarıyorlar.
Buraya kadar her şey doğrusal ve “normal” olarak hepimiz tarafından kabul edilebilir. Ancak dışarıdaki dünya tüm acı ve mutluluklarıyla kendi gerçeğini dayatmaya devam ediyor. Çocuklar ise okullarda öğretilmeyen, anne babaları tarafından onları korumak adına paylaşılmayan bu gerçeklerden habersiz, geleceğe olabildiğince hazırlanmaya çalışıyorlar.
Doğal afetler, savaşlar, terörizm ve kitlesel kazalar gibi toplumsal olaylar çocuklarla konuşulmalı mı konusu başlı başına bir sorudur aslında. Ancak evdeki ve okuldaki korunaklı alanın dışında bütün bunların meydana geldiği bir dünya mevcudiyetini korur. Bu durumda anne babalar olarak bizler de onları nasıl koruyacağımız, güvenliklerini nasıl sağlayacağımız ve kendilerini iyi hissederek, umut etmeye devam etmelerini sağlayarak nasıl yetiştireceğimiz konusunda yoğun endişeler ve kafa karışıklıkları yaşarız. Bu olaylar açıklanması güç, çocuklar tarafından anlaşılması neredeyse imkânsız olduğu için de büyük endişe kaynaklarıdır. Kişiden kişiye değişen tepkilerimiz olduğu gibi, bu endişeleri ve kafa karışıklıklarını yaşamak da kaçınılmaz ve doğaldır. Peki, bunun bir doğrusu var mıdır? Varsa nedir?
Temelde yedi yaş ve yedi yaşından küçük çocukların dışarıda olup bitenlerden haberdar olmaması uygundur. Bu gelişimsel olarak endişeler ve korkular yaşıyor olduklarından hem de özellikle dört yaşın altındaki çocukların gerçekle hayali olanı tam olarak ayıramıyor oluşlarından kaynaklanır.  Zaten kendi büyüme ve dünyayı anlamlandırma çabaları içinde yoğun ve tarif edilmez duygular yaşayan çocuklar için, korkutucu, endişe verici ve anlamakta zorlanacakları olaylarla karşılaşmaları genellikle yaşamlarını zorlaştırır. Burada ailelerin bu konulara bakış açıları da önemli bir konudur. Kimi aileler bunu hayatın gerçeği olarak kabul ederek tüm olanlardan çocuklarını haberdar etmeyi, kimi aileler ise bu olayların dehşeti ile çocuklarını yaşı kaç olursa olsun karşılaştırmamayı tercih ederler. Ancak maalesef yaşı kaç, ailesinin tutumu ne olursa olsun çocuklar bununla bir şekilde karşılaşırlar.
Çocuklar toplumsal felaketlerle pek çok şekilde temas edebilirler. Üstelik bu temas ve karşılaşma genellikle öngöremediğimiz bir şekilde gerçekleşir. Bazı durumlar bu karşılaşmayı hızlandırır; akranlarından çok yetişkinler arasında olan, kontrolsüz medyanın bulunduğu ortamlarda bulunan, farklı içeriklere sahip akran grupları içinde olan, sokakta bizzat bu felaketlere maruz kalmış kişilerle karşılaşan ve her şeyin ötesinde dışarıda yaşanan olaylara duyarsız kalamayıp, çocuklarını korumakla ilgili endişeleri yüzlerinden yansıyan ebeveynler gibi… Sonuçta çocuklar bir şekilde temas ediyorsa, elimizde her zaman bir “B Planı” bulundurmak ve en azından konu gündeme geldiğinde bir parça hazır olmak gereklidir.
Çok küçük çocuklar çoğunlukla duydukları, gördükleri şeyleri oyun olarak anlar ve sözel içerikleri anlamazlar. Ancak özellikle ebeveynlerinin bu durumlarda oluşan tepkileri onlar için kaçınılmaz referans kaynaklarıdır. Her zaman paylaştığımız bir gerçek vardır; çocuklar daha doğmadan önce annelerinin hissettiklerine, doğduktan sonra baba ile gelişen ilişkisel bağlı olarak babalarının hissettiklerine ve bunlardan referans alarak diğer kişilerin hissettiklerine duyarlı olurlar. Ancak üç yaşın altındaki çocukların en önemli bilgi kaynağı anne-babalarının hisleridir. Bu yaş aralığındaki çocuklar anlatılan içerikleri anlıyormuş gibi görünmekle birlikte, aslında bu içeriği kendisine sunan yetişkinin hissettiklerine, içeriği sunma şekline ve gündelik etkileşimleri içindeki tutumlarına dikkat eder. Üç ve yedi yaş aralığındaki çocuklar sözel içerikleri daha çok anlamakla beraber kavramları ve soyutlamaları pek anlayamaz, hala yetişkinin duygularına ve bunlarla nasıl baş ettiklerine bakar, ebeveyninin tepkilerine karşılık eylemler oluşturur. Dolayısıyla meydana gelen olayları paylaşmıyor, yanında televizyon açmıyor, konuşmuyor ve hatta bu konudan hiç bahsetmiyor bile olsanız, bu olaylar hakkında hissettikleriniz, kaçınılmaz olarak ilişkinizin içinde çok önemli bir üçüncü kişi gibi var olur, etkileşiminizde yer alır. Peki, çocuklar buna nasıl tepki verirler?
Çocuklar, ebeveynleri ile etkileşimlerinde yer alan bu duygusal işaretçilerini okur ve şu sonuca varır: “Orada annemin/babamın çok zorlandığı/baş edemediği/korktuğu/endişelendiği bir şey var. O zaman gerçekten benim de öyle hissetmeme neden olacak bir şey var ve onlar da bu şekilde hissediyorlarsa güvende değilim. Umarım orada olan biten neyse benimle ilgili değildir. Ama ya benimle ilgiliyse? O zaman ben kesinlikle tehlike altındayım ve her an sevgi, bakım ve güvende olma ihtiyacım karşılanmayıp, terk edilebilirim.”. Çocuk açısından, ebeveynlerinin çaresiz hissetmesi ve sağlam kalamaması, duygusal olarak neredeyse ölümcüldür. Çünkü en temel ihtiyaçları güvende olduklarını bilmektir. Ebeveynleri ve onu koruduğuna inandığı, güvendiği yetişkinler de güvende ve sağlam değillerse tehlike çok büyüktür ve baş edilemez.
Dolayısıyla ilk adım kendi duygularınızın farkında olmaktır. Bu duyguların kendine gündelik etkileşimlerinizde nasıl yer bulduğunu anlamaya çalışmanız önemlidir. Özellikle söylenmeyen, konuşulmayan duygular yetişkin ya da çocuk fark etmeksizin zehirleyicidir. Dolayısıyla güvendiğiniz kişilerle, eşiniz, aileniz ya da arkadaşlarınızla ve hatta belki bir profesyonelle mutlaka bu konuları konuşmak için bir alan yaratmanız işe yarayacaktır. Böylece söze dökülmeyen, içinizde sıkışan yaralayıcı duygularınız hafifleyebilir, endişenizi biriyle paylaşmış olmak, duygularınızın eylemlere yansımasını hafifletebilir.  Bununla birlikte çocuklarınıza olumsuz bazı duygular yaşadığınızı söylemenizde sakınca yoktur ancak bu duygularınızı onlara bağlamamanız çok önemlidir. Peki, ne derseniz çocuklar için anlamlı ve rahatlatıcı olur? Çok basit bir formülü var; nedenini açıklamak zorunda hissetmeden duygunuzu söyleyin, bunun onunla ilgisi olmadığını ifade edin ve bununla bir yetişkin olarak baş edebileceğinizi paylaşın. “Canım çok sıkkın / bugün biraz üzgünüm …. Bunun senin yaptığın ya da yapmadığın bir şey ile ilgisi yok. Merak etme yakında tekrar iyi hissedeceğim ve sen benim iyi hissetmem için bir şey yapmak zorunda değilsin. Bunu kendi başıma halledebilirim.”.
Unutmayın anahtar olan kendi duygunuzun farkında olmanız ve bununla baş edebilmenizdir. Çocuğunuzla konuşurken sesinizin kendinden emin, sakin ve kontrollü olduğundan emin olun. Bu çocuğunuzun kendisini koruyacak ebeveynlerinin sağlam ve dayanıklı olduğuna, güvende kalacağı ve korunacağına ilişkin inancını korur.
Diyelim ki arkadaşları, diğer yetişkinler, medya gibi kontrol edemediğiniz ya da gözünüzden açan sizin dışınızdaki bir kaynaktan bir bilgi edindi. Genellikle çocuklar bu tür bir içerikle karşılaştıklarında tam bir anlam veremez, çok uzaklarda gerçekleşmiş bir olay bile olsa onu yakında ve kendi başına gelebilecek bir şey gibi deneyimler. Ebeveynler ise kendilerine sorular gelmeye başladığında paniğe kapılır ve ne diyeceklerini şaşırır, duygusal tepkilerinin kontrolünü kaybederler. Hatta bazen sorular hiç gelmemiş gibi davranmaya çalışır, çocuklarından gelen bilgileri görmezden gelebilirler. Ya da diğer uçta “hayatın gerçekleri ile önünde sonunda karşılaşacak, neyse onu söyleyivereyim” taraftarı olup, çocuklarının kaldırabileceği ve anlayabileceğinden fazla bilgi paylaşırlar. Çocuğunuz bir şekilde ulaştığı bilgilerle size geldiğinde ya da bir şekilde onun bu içerikle “uğraştığını” fark ettiğinizde, temel bir yol haritası olarak aşağıdaki adımları kullanmak işinize yarayabilir:
  • Eğer bu konuyu konuşmak için kendinizi yeterince iyi ya da hazır hissetmiyorsanız hazırlanmak için kendinize zaman verin. Dilerseniz konuşmamayı seçebilirsiniz ancak bununla ilgili çocuğunuza mutlaka bilgi verin; “bu yetişkinlerin çözmeye çalıştığı bir konu, merak etme sana hiçbir şey olmayacak ve biz seni koruyacağız” demeniz bile yeterlidir. Nihayetinde konuşmaya karar verdiyseniz ve bunu bir süre sonra yapabileceğinizi fark ettiyseniz mutlaka biraz zaman verin. Duygularınız çok yoğun olabilir ancak sakin kalmaya çalışmanız ve çocuğunuz için güvenli, yaslanılabilecek bir ebeveyn olmayı sürdürebilmeniz için bu ara çok işe yarayacaktır. Ancak konuşmaya karar verirseniz, bu arayı çok uzatarak çocuğunuza “konudan kaçındığınızın” mesajını vermemeye özen gösterin. Çocuğunuza bir zaman verin, o zaman için hazırlıklarınızı yapın ve zaman geldiğinde yeniden ertelemeyin.
  • Hala yoğun duygularınız varsa, çok fazla içinde kalmamaya ya da tamamen reddetmemeye özen gösterin ve duygunuz neyse onu paylaşın. Unutmayın en önemli konulardan biri her türlü duyguya sahip olabileceğimiz, tüm duyguların kabul edilebileceği ve olumsuz duygularla baş edilebileceğini gösterebilmemizdir.
  • Önce onların gündemlerinden başlayın. Sizin gündeminizle değil, içsel olarak hala güvende olup olmadıklarıyla meşgul olduklarını unutmayın. Dolayısıyla getirdikleri konu, sordukları soru her neyse, öncelikli olarak onların bu konuda ne bildiğini, zihinlerinde nasıl bir senaryo ve tasarım olduğunu anlamaya çalışın. Nereden başlayacağınıza ilişkin en güvenli bilgi bu senaryoların içinden çıkacaktır.
  • Yaşlarına uygun, açık, öz ve net bilgiler verin. Çok küçük çocuklara “buradan uzak bir yerde kötü şeyler oldu, bu beni de üzüyor” demeniz yeterli olur. Yaş büyüdükçe terör, bomba, patlama gibi kelimeleri kullanmamaya gayret ederek küçük parçalar halinde bilgi verebilirsiniz. Ölüm ya da savaş demenizde bir sakınca bulunmaz. Ölüm kavramını her yaşta, savaş kavramını dört yaşından sonra kullanabilirsiniz. 
  • Her bilgi paylaşımından sonra çocuğunuzun bu bilgiyi sindirebilmesi için ona zaman verin. Çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine ve duygusal özelliklerine bağlı olarak bu süre değişken olacaktır. Ancak çocuğunuz verdiğiniz bilgiyi bir süre işledikten sonra mutlaka ne anladığıyla ve hala kafasını kurcalayan diğer sorularla geri dönecektir.
  • Gelecek yeni sorulara, ortaya çıkabilecek duygulara hazır olun. Güvenilir bir bilgi kaynağı olmayı sürdürün ve sabırlı davranın. Çocukların en büyük mutluluklarında da ne dehşetli anlarında da ilk koşacakları kişiler ebeveynleridir. Dolayısıyla onların kahramanı, koruyucusu, yıkılmayan dayanıklı kalesi olamaya devam edin.
  • Sorular bilişsel içeriklere hitap eder ve yetişkinliğin en büyük tuzağı, gelen soruyu bir enformasyon açığı gibi algılayıp, yaşımızın deneyim ve bilgisi ile karşılamaktır. Oysa çocuklar sorular sorarken aslında duygularından bahseder. Bu yüzdendir ki cevapladıkça daha çok “neden” ve “niye” soruları gelir, “ya….. olursa” senaryoları ile karşılaşırız. Çünkü verdiğimiz bilginin zihinsel olarak anlaşılmasını ve sonrasında da konunun yatışmasını bekleriz. Ancak çocuklar söz konusu olduğunda işler öyle yürümez. Dolayısıyla sorunun altındaki duyguya dikkat kesilmeniz çok önemlidir. Çocuklar mevcut yaşam deneyimleri ile size anlatamadıkları her şeyi soruları ile anlatırlar. Sorularının içinde tüm hisleri ve merakları vardır. Bunu duymaya hazır ve istekli olun. Bu duyguyu ne küçümseyip ve hafife alın ne de gereğinden fazla anlam yükleyip paniğe kapılın. Hem kendinizin hem de onun duygusuyla baş etmesi gereken kişinin yetişkin olarak siz olduğunuzu hatırlayın.
  • Genellikle altta yatan duygu güvende olup olmadığına ilişkin korku ve endişesidir. Bunu onun söze dökmesine yardım edin. Onun anlayabileceği kelimelerle, onun anlayabileceği şekilde olası içsel akışına ilişkin bir önermede bulunun ve sonrasında olanları izleyin: “galiba bu duydukların seni çok üzdü/ çok kızdırdı/ çok korkuttu…. Belki aynı şeylerin bizim başımıza gelip gelmeyeceğini merak ediyorsun. Ben de bazen benzer duygular yaşıyorum… Ama merak etme, ben ailemizin güvende olması için çalışıyorum ve sana ya da ailemize bir şey olmasına izin vermeyeceğim.”
  • Bunlara ek olarak dışarıda bizi korumakla görevli olan insanların da var olduğunu ve onların da çalıştığını söylemeniz işe yarayabilir. Bazen siz güvenmeseniz ve inanmasanız bile, çocukların güvenlik duygularını pekiştirmek için polisler, itfaiye gibi yardımcı kişilerden bahsetmek onlar için önemlidir. 
Bu adımlar çocuğunuzun pek çok sorusuna yanıt bulmasına ve dışarıda olan biten onca felaket ve acı ile baş edebilmesine yardımcı olacak cesareti ve umudu koruyabilmesine yardımcı olabilir. Ancak bazen çocuklar açıklamalarla yetinmez, kişilik özelliklerinin etkisi ve etraflarındaki yetişkinlerin durumu yeteri kadar becerikli bir biçimde ele alamayışlarının da katkısı ile farklı davranışlar geliştirebilirler. Bazen bu belirtileri anlamak oldukça zordur, çünkü pek çok belirti olaydan ve durumdan bağımsız zamanlarda, ilgisiz şekilde ortaya çıkar. Bu yüzden çocuğunuzu izlemeniz çok önemlidir. Aşağıdaki tepkisel durum ve davranışlar çocuğunuzun bu durumla etkili bir biçimde baş edemediğinin göstergesi olabilir:
  • Israrla aynı şeyleri yapmak istiyorsa ya da belli bir konu/nesne veya olayı kontrol etmek konusunda diretiyorsa…
  • Daha küçük yaşlarında davrandığı gibi davranıyorsa, mesela parmağını emiyorsa, tuvalet eğitimi tamamlandığı halde altına kaçırıyorsa…
  • Nedensiz görünen, ani ve sıradan şeylere karşı bile kontrolsüz tepkiler gösteriyorsa, öfke patlamaları veya ağlama nöbetleri geçiriyorsa…
  • Aşırı hareketli hale geldiyse ve sakinleşmeye geçemiyorsa…
  • Çok kolay irkiliyorsa, bedeni küçük streslere bile tepki veriyorsa…
  • Uykusuna ilişkin sorunlar başladıysa; uykuya dalamıyor, gece kâbuslarla uyanıyor ya da korkular yaşıyorsa…
  • Dikkati belirgin ölçüde değiştiyse, odaklanmakta güçlük çekiyorsa ya da dalgın ve unutkan olduysa…
  • Aşırı agresyon kadar, aşırı kokular yaşıyor, eski sosyal işlevselliğini gösteremiyor, kendi içine çekilip konuşmuyor ve rahat etkileşime geçemiyorsa…
  • Bedensel olarak sizin tarafınızdan sakinleştirilmeye, yanınızda olmaya ve neredeyse size yapışık bir tutum sergilemeye başladıysa…
  • Kaynağı belli olmayan pek çok bedensel ağrıdan bahsediyorsa; karnı, başı veya kasları ağrıyorsa…
Bu belirtiler birebir olarak travmatik deneyim yaşayan çocuklarda görülür. Ancak travmaya şahsen maruz kalmasa da, kendi baş etme becerilerinin üstüne çıkan durumlarda çocuklar benzer tepkiler verir. Bu durumda çocuğunuzun fazladan yakınlık, korunma, öfke ve korkularının dışa vurumuna zaman vermeniz, bunun ne zamandan beri ya da özellikle ne olduğunda ortaya çıktığını takip etmeniz ve yine sabırlı olmanız çok önemlidir. Ayrıca böyle durumlarda, yardımcı olamayacağınızı hissettiğinizde ya da süre çok uzadığında bir uzman yardımı almanız da gerekli olabilir.
Sonuç olarak toplumsal olaylar ve felaketler, insanlar var oldukça ve toplum içinde var olmaya olan ihtiyacı devam ettikçe olacaktır. Bu gerçek, yaşana her dönem ve çağda farklı yüzleri ile kendini gösterecektir. Değişmeyen tek ve en önemli şey ise çocukların bu durumlarda ebeveynlerine, ebeveynlerinin güçlü ve sağlam duruşlarına ve onları güvende tutmak için her şeyi yapacaklarını bilmeye olan ihtiyaçlarıdır.
Başımıza ne gelirse gelsin, çocuklar için güçlü, sağlam, dayanıklı yetişkinle; olamadığımız zamanlarda yardım almaya cesaret gösterebilecek kişiler olmak dileğiyle…



 - Brown Braun, Betsy - "Neyi Nasıl Söylemeli", Tara Kitap (2015)
- Levine, Peter & Frederick, Ann - "Kaplanı Uyandırmak", Butik Yayıncılık (2013)