Radyo 45'lik

Perşembe, Aralık 22, 2016

Mektup Arkadaşlığı


Telefonlar yokken insanlar ne yapıyordu sorusunun cevabı; mektuplaşıyorlardı.

Sevgilisine, arkadaşına, akrabasına mektup gönderen insanlar, telefonun hatta akıllı telefonların gelmesiyle bu adeti çoktan tarihe gömdü. Eskiden farklı amaçlarla kullanılan bu mektup, şimdiler de çocukları sevindirmeye yarıyor.

Kaç kişinin bundan haberi var, bilmiyorum. Ben de yeni öğrenenler arasındayım. Mektup arkadaşlığı için çok zahmete, işleme, detaya gerek yok. Bir okul ile anlaşıyor, doğuda yaşayan, durumu olmayan, durumu olup da yeni insanlar, hayatlar tanımak isteyen çocuklara yoldaş oluyorsunuz.

Pazartesi, Aralık 05, 2016

Anne Hakları

5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü idi. Ülkemizde kadınlara verilen bir çok hakkın doğruluğunu elbette ki anlatmayacağım. Gerekli idi, oldu ve daha fazlası da olmalı.

Bu yazı içerisinde benim söylemek istediğim şu; evet kadınız haklarımız da var ama bir anneyiz biz ve anne haklarımız da olmalı.

Anne hakları nelerdir? diyecek olursanız, hemen madde madde yazayım, bir kısmını.

1. Tuvalette özgürlük
2. Uyku Hakkı
3. Annenin kendine ayıracağı zaman dilimini kendi belirlemesi
4. Annenin sinirlenebilmesi
5. Annenin hasta olma hakkı

Bu 5. maddeyi açmalıyım. Böyle üstün körü geçemem. Babalar hasta oluyor, paşa gibi bakılıyor. Üstüne uzun bir dinlenme, boş boş yatma da ekleniyor. Anne öyle olmuyor. Anne hasta olsa da dinlenemiyor, ağız tadıyla bir yorgan altında uzun saatler geçiremiyor hatta bir hasta kaprisi bile yapamıyor.

6. Bakım zamanı en az 2 saat
7. Kahve ya da çayını sıcak ve ağır ağır içme hakkı.

Bla bla bla.... Hakkımız olan bir çok şey var ve bunları almak, kullanmak ya da kullanmamak. Bir sonra ki güne aktarmak, bozdurup harcamak, hepsi bizim hakkımız.

Haklıyız, kazanacağız...

Pazar, Kasım 27, 2016

Anne Baba Ve Çocuk



Anne, baba ve çocuk....

Bir evin içinde başka kaç kişi var ki.?

Eskiden dört duvar arasına sığmayan yoktu. Anneanneler, babaanneler ve yahut, dayılar, amcalar, halalar, teyzeler de eklenebilirdi. E ailenin kendi fertlerini de sayarsak, 2/3 odalı eve 10/15 kişi sığışır, gül gibi de geçinip giderlerdi. Şimdi öyle mi ya? 3 oda 1 salon evlerde, anne, baba ve çocuk olarak sığmaya ÇALIŞIYORUZ.!

Devir değişti ya, evlerimizin içleri, insanlarımız, hayatlarımız değişti. O da bir şey mi.! Anneler, babalar, çocuklar bile değişti. Bu sebeple de her bir şey, en ufacık şey bile eskiye göre yapılamaz oldu. Ne yaparsan yap olmaz, üzerine oturmaz.

Anne, baba ve çocuk... Başka kimsemiz yok ki. Birbirimizin değeri artık çok daha önemli. Bu yüzden de demek istiyorum ki, ne yaparsanız yapın, ailece yapın. Çekirdek ailece..

Kitap mı okunacak, hepiniz okuyun. Boyama yapın, film izleyin, yürüyüş yapın, sessiz sessiz oturun ama ailece olun. Hem rol model olun, hem bağlarınızı güçlendirin, hem de doyasıya yaşayın anı.

İleri ki zamanlarda, ah vah edip, keşke daha çok birlikte olsaydık demek yerine şimdiden günlerinizi birlikte doldurun...

Hayat hem çok kısa hem de çok çok da uzun...

Cumartesi, Kasım 26, 2016

Anne ve babalar dikkat: Şişme oyun parkları mikrop saçıyor!

Son dönemlerde pek çok AVM'de ve açık alanlarda şişme oyun parkları çocuklu ailelerin sıkça tercih ettiği eğlence alanları arasında. Plastik olduğu için çocukların düşüp kalkmalarında zarar vermeyeceğine inanılan bu oyun parkları aslında, çok farklı bir şekilde çocuğunuza zarar verebiliyor.
ABD 'de yaşayan Brenda Sanderson, oğlunu sıklıkla şişmeoyun parklarına götürüyordu. Yakın çevrelerindeki parklara sıkça giden oğlunun da bir zarar görmeyeceğinden son derece emindi. Ancak bir gün oğlu eve kolunda ufak kızarıklarla geldiğinde bu düşüncesi tamamen değişmek üzereydi...

Başlarda kızarıkların geçici bir alerjik durum olduğunu düşünen Sanderson, bir süre sonra çocuğunun kolunda ceviz büyüklüğünde yaralar oluşunca apar topar onu hastaneye götürdü. Yaraları inceleyen doktor, çocuğa en son yaptığı aktiviteleri sordu, cevap belliydi; şişme oyun parkları. Doktor yaralar için "Stafilokok Enfeksiyon" teşhisini koydu. Vücuttaki ufak sıyrık ve yaralardan sızan bakterilerin yarattığı bu enfeksiyon türü, cildin çok kötü bir şekilde deforme olmasına yol açıyordu.

Fox 25 kanalının konuyla ilgili görüştüğü çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Ari Cohen anne ve babaları uyardı; "Şişme çocuk parkları, evlatlarınızı düşme ve çarpmalarda koruyabilir ama mikrop saçıyorlar. Öncelikle bu şişme parkların kurulmadan önce çok iyi bir şekilde yıkanmaları ve temizlenmeleri gerekiyor. Plastik ve benzeri malzemelerden yapıldıkları için üstlerinde çok fazla bakteri taşıyorlar. Sonrasında her kullanımın ardından yeniden temizlenmeleri gerekiyor ki bu hiç yapılmıyor. Gün boyu üstünde pek çok çocuğun oynadığı şişme oyun parkları ise tam bir mikrop yuvası, çocuğunuz böyle bir parktan mikrop kapmıyorsa çok şanslısınız demektir."



Doktorların görüşlerine katılmamak mümkün değil. Özellikle AVM gibi alanlarda pek çok çocuğun birlikte kullandığı bu şişme oyun parklarının üstünde ne kadar bakteri taşıdığını düşününce, Brenda Sanderson ve oğlunun düştüğü duruma düşmemek neredeyse mucize. Özellikle çocuğunuzun vücudunda sıyrık, yara, uçuk gibi enfeksiyon kapmaya müsait alanlar varsa kensinlikle bu eğlence alanlarından uzak tutmakta fayda var.

Perşembe, Kasım 10, 2016

Kaygı

Bizim toplum olarak alın yazımız oldu, kaygı.
Kurtulamıyoruz.

Gün geçtikçe beynimizi himayesine alıyor. Evimize siniyor, kokladığımız temiz havayı çürütüyor. Yaşam süremizi kısaltıyor.


Bekarken ne zaman evleneceğim kaygısı, evliyken ne zaman anne/baba olacağım, evi bu ay geçindirebilecek miyim, doğalgaz çok mu geldi acaba, ev alsam ödeyebilir miyim, hamileyken acaba sağlıklı doğacak mı, hangi mama daha sağlıklı, organik kıyafetler giydirmeliyim, anne/baba olunca ise çocuğumu mutlu edebiliyor muyum, yetiyor muyum....bla bla bu liste uzun kaygılarla dolu...

Okurken bile içiniz şişti değil mi? Bir de bunları yaşadığımız anlarda ki kalp ağrılarımızı hatırlayın. Toplumca öyle bir hal aldık ki, kaygıdan başka bir şey düşünemez olduk. Psikolojimizi bozmaya, paranoyaya bağlamaya kadar götürdük bu işi.

Dünya saçma sapan ve çekilmez olmaya başladı.

Kurtulmak için ne yapmalı?

Kaygılarımız bizi öldürüyor..... Bu bir kırmızı alarmdır..

Salı, Ekim 18, 2016

ÇOCUKLARI DUYMAK YETMEZ, DİNLEMEK LAZIM


                                    REKLAM

Çocukların en büyük keyfi anne babalarına sürekli olarak bir şeyler anlatmaktır. Okulda yaptıklarını, arkadaşları ile yaptıklarını, televizyonda izledikleri bir filmi anlatmaktan çok büyük zevk alırlar.
Tabi anlatmak kadar dinlenmek de onlar için önemlidir. Aslında dinlenmek biz yetişkinler için de çok önemlidir. Bizler de bir arkadaşımıza ya da eşimize bir konudan bahsederken “Seninle
 konuşuyorum, yüzüme bakar mısın” diye uyarıda bulunuruz.
Ama ne gariptir ki, karşı taraftan beklediğimiz özeni, zaman zaman kendi çocuklarımıza göstermeyiz. Çocuklarımızı dinlerken, iletişimin en önemli basamağı olan göz kontağını olması gerektiği gibi önemsemeyiz. Hatta bazen onları dinlemek bile bize zor gelir.

Oysa bir çocuk o kadar heveslidir ki anne/babasına gün içinde yaptıklarını anlatmaya. Heyecanla anne/babasının yanına gelir ve nefes bile almadan anlatmaya başlar.
Anne/ baba ise bazen kendi işi ile meşguldür, bazen de televizyona dalmıştır. Böyle bir durumda çocukların yaptıkları tipik bir davranış vardır. Çocuk anne/babasının çenesinden tutar ve yüzünü kendi yüzüne doğru çevirmeye çalışır. Bu hareket anlam olarak şunu içerir “Bana bak, beni dinle, bana değer ver”
Biz anne/babalar ise bazen günün yorgunluğu bazen de başka nedenlerden dolayı çocuğumuzun bu hareketine kızgınlık ile karşılık verebiliriz. Bu kez çocuğun öfkesi daha da artar.
Peki çocukları aktif dinlemek nasıl olmalıdır. İşte birkaç ipucu:
• Çocuğunuz size bir şey anlatmaya başladığında eğer ilgilendiğiniz başka bir işiniz yoksa, onu dinlemeye başlayabilirsiniz.
• Eğer o anda ilgilendiğiniz ve bırakamayacağınız önemli bir işiniz varsa, hem işinizi yapıp hem de çocuğunuzu dinlemek yerine, işinize kısa bir süre ara verin ve çocuğunuza “Seni dinlemeyi çok istiyorum, anlatacaklarını merak ediyorum, bana izin ver işimi bitireyim, sonra seni dinleyeceğim” diyebilirsiniz. Burada önemli olan bu açıklamayı çocuğa yapmak kadar, sonrasında sözünüzü tutarak çocuğunuzu dinlemek adına kendinize ve ona zaman ayırmanızdır.
• Çocuğunuzu dinlerken onunla göz kontağı kurmanız çok önemlidir. Dinleme sırasında kurulan göz kontağı, “Seni önemsiyorum, sen benim için değerlisin, anlattıkların da değerli” mesajı vermektedir.
• Çocuğunuz sizinle konuşurken sizin televizyon izlemeniz, kitap okumanız ya da başka biri ile sohbet etmeniz ise değersizlik duygusu yaratabilir.
• Çocuğunuz sizinle konuşurken mümkün olduğunca sözünü kesmemeye çalışın. Araya girmeniz gereken durumlarda, onu anlattıkları ya da söyledikleri için eleştirmeden, yargılamadan siz de düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz.
• Çocuğunuzla konuşurken tercihen ikinizin de oturur pozisyonda olması önemlidir. Bu, hem göz kontağı kurmanızı kolaylaştırır hem de konuşmanızın daha sıcak bir ortamda geçmesini sağlar.
• Çocuğunuz ile konuşmanız bittiğinde size anlattığı şeyler ile ilgili “Seninle sohbet etmek çok güzeldi” diyerek ona olumlu geri bildirim vermenizde fayda olacaktır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında aslında, çocuklarla konuşmak ile yetişkinlerle konuşmak arasında ciddi farklar yok. Her ikisinde de iletişimin temel kuralları çok önemli.
İletişim sadece bir tarafın konuşması, diğer tarafın dinlemesi değildir.
İletişim çocuğu duyma demek değildir.
İletişim çocuğu duymak kadar dinlemektir.

Kaynak : http://www.emineergun.com.tr/

Pedagog Emine Ergün

Çocuk Gelişimi Uzmanı, Ebeveyn Danışmanı, Özel Eğitim Danışmanı, Kreş Danışmanı, Anne Çocuk Öyküleri Kitabının Yazarı.

Pazartesi, Eylül 26, 2016

Okul Öncesi Eğitimde Anne-baba Katılımı



Okul öncesi dönem insan yaşamının temelini oluşturur.Bu dönemde çocuğun sağlığı ve beslenmesi kadar,aile ortamının ona sağladığı sevgi ve şefkat de son derece önemlidir.Ancak en az bunlar kadar önemli olan bir başka noktada,insanın gelişiminin tüm yönlerini destekleyebilecek bir sosyal ve fiziksel ortamdır.Bu dönemdeki yaşantılar onun gelecekte hayata bakış açısını da önemli ölçüde etkiler. Bu nedenle,istenen bir çocuk olarak dünyaya gelmek,yaşamın ilk yıllarında saygı-sevgi-şefkatle büyütülmek,tutarlı ve kararlı yetişkin davranışları ve zengin uyarıcılar kişinin sağlıklı bir şekilde gelişmesinin olmazsa olmaz koşullarıdır. 
        Çocukların bir toplumun sürekliliğini,gelişimini sağlayacaklarını,devraldıkları kültür kalıtımını kendinden sonraki kuşaklara ileteceklerini düşünürsek,toplumların en değerli varlıkları olduğunun tartışılmazlığını anlamış oluruz.Bu nedenle toplumların gelecekleri olan çocuklarımızın her yönden sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesine ve bu anlamda uygulanacak eğitimle orantılıdır.Bu görevde Okul Öncesi Eğitim kurumlarına ve aileye düşmektedir.
    Okul Öncesi dönem insan hayatının diğer dönemlerinin temelini oluşturan bir dönemdir.Zira yaşamın her döneminde insanın o dönemde yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır.Öyleyse insan hayatının her döneminin olduğu kadar okul öncesi döneminin de en iyi şekilde ve uygun yaşantılarla geçirilmesi son derece önemlidir.Bu dönemde çocuğa sağlanacak yaşantıların türü ve kalitesi yaşantının zenginliğini sağlar.Bu da yetişkinin çocuğa sağlayabileceği imkanlar ile doğru orantılıdır.
çocuğun eğitiminin bütünlüğü önemlidir.Ona verilecek eğitimde bu dönemin gelişiminin her yüzü, gelişimin diğer yüzleri ile çok yakından ilişkilidir ve birbirini etkileyici niteliktedir. 
   Okul Öncesi eğitimde aile içi eğitimin kalitesi okul öncesi kurumlarında verilen eğitimle desteklendiği zaman çocuğun gelişimi açısından çok olumlu sonuçlara götürebilir.Kısacası;kurumsal eğitim kadar hatta daha çok gerekli ve önemli olan eğitim,ailelerin eğitimidir.Bunun için yapılması gereken en önemli şey okul ve ailenin işbirliği içinde çocuğun eğitiminde yararlı olabilmelerini sağlamaktır.Bu nedenle okul öncesi eğitim kurumları çocuğun eğitimi yanında ailenin eğitimi ile de ilgilenmelidirler.Yapılan araştırmalar okul öncesi ailenin ve çocuğun eğitiminin birlikte alındığı durumlarda daha kalıcı nitelikte olduğunu göstermektedir.



AİLE KATILIMI NEDİR?

      Aile katılımı kavramı şu unsurları içermektedir:

     Çocuğun gelişimi hakkında anne babaları bilgilendirme.
     Çocukları için etkili değişim etmeni olarak anne baba öğretmenliği.
     Anne babalara duygusal destek sağlama.
     Çocuklarına öğretmenlik ve rehberlik yapabilmeleri için anne babaların eğitimi.
     Çocuk hakkında anne baba ve öğretmen arasında karşılıklı bilgi alışverişi.
     Öğretmen ve anne baba aktivitelerini içeren ortak programlar planlama.
     Anne babalara toplumsal hizmetlerden yararlanmaları için yardımcı olmadır.

Aile katılımı programlarının içeriği:

1)Çocuğun yaşamında önemli bir etkiye sahip ve eğitiminde önemli bir ortak nokta olan anne babalara destekleyici bir çevre sunma,
2)Çocuklarının gelişimi açısından öz saygı kavramı önemlidir ve okulla anne babanın pozitif etkileşimini artırmaktadır.Bu nedenle anne babaların özsaygı kavramını tanımasını sağlama,
3)Anne babaları ,çocukları ve erken çocukluk programının tamamı hakkında karar verme sürecine katma,
4)Anne babalara sınıflarda gönüllü olarak gözlem yapmaları için çeşitli yollar ve fırsatlar sağlama,
5)Çocukların yararlanabilmesi için öğretmenler ve anne babalar arasındaki düşünce ve bilgi alışverişini ilerletme,
    Sonuç olarak aile katılımının anlamı üzerinde ortak bir tanım bulmak oldukça zor görünmektedir.
Ancak tanımlardaki ortak nokta,aile ve okul arasındaki ilişki ve ailenin çocuğun eğitiminde daha 
etkin rol almasını sağlamadır.



AİLE KATILIMI NİÇİN GEREKLİDİR?

   Ailelerin tamamı,sınıfa katkıda bulunabilirler ve okullarda farklılık yaratmak için eğitimli olmak zorunda değildirler.Unutulmamalıdır ki;düşük gelirli ve küçük ailelerden gelen çocuklar,aile katılımından büyük yararlar sağlamaktadırlar.
   Bu nedenle öğretmenler,çocukların kurum dışındaki yaşantılarını öğrenmek için kurumun dışına çıkmalı,anne babalar da çocuklarının kurum içindeki yaşamlarını öğrenmek için kurumun içine girmelidirler.Çocukların anne babalarından edindikleri öğrenme deneyimlerini geliştirmeye çalışmalıdırlar.



AİLE KATILIMININ AMAÇLARI NELERDİR?

     Aile katılımının en önemli amacı;çocuğun bilişsel,dil,psiko-motor,duygusal ve sosyal gelişiminde ailenin desteklenmesidir.

     Çocuğun ailedeki öğrenme ortamına katkıda bulunmak,
     Çocuğun tüm gelişimine katkıda bulunmak,
     Çocuğun ve ailenin gereksinimlerinin kurumdaki program tarafından sağlandığına emin olmak,
     Çocukta görülen olumlu değişiklerin devamlı olmasını sağlamak,
     Ailenin kendi çocuğunun yaşamında ne kadar önemli rolü olduğunu pekiştirmek,
     Problemleri önlemek ve alternatif disiplin yöntemlerini sunmak,
     Aileye çocuğun ev ortamında öğrenebilecekleri deneyimler hakkında bilgi vermektir.

Çocuğun Gelişimi Açısından Aile Katılımının Önemi
    Günümüzde erken çocukluk yıllarının önemi bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.Özellikle ilk beş yaşta,beyin ve sinir sisteminin hızlı gelişmesine paralel olarak çocuğun öğrenme kapasitesi hızla artmakta ve yeterli zihinsel gelişme için çevreden gelen uyaranlar önem kazanmaktadır.Aynı zamanda,gelişimin farklı boyutları birbirini pekiştirip,desteklemektedir.
   Özellikle aile ve çocuğa yönelik bilinçli uygulamalar,istenilen amaçlara ulaşmada önemlidir.Çocuğun bütünsel gelişimi için aileye destek sağlanması kaçınılmazdır.Bu tür bir destek programı,çocuğun okul öncesi eğitim programındaki eğitimiyle bir arada uygulandığında söz konusu kapsamlı eğitimin daha kalıcı etkileri olduğu görülebilir.
   Aileyi ve çocuğun yakın sosyal çevresini birlikte ele alan kapsamlı programların,sadece anne 
baba eğitiminden ya da çocuğun ev ortamından soyutlanması yoluyla yapılan çalışmalardan daha
başarılı olduğu görülmektedir.Okul öncesi programlarının kapsamlı olması hem çocuğun bütünsel gelişimini amaçlamalı,hem de ailenin desteklenmesi yoluyla çocuğun yakın çevresini ve ailesini de uygulamaya katmalıdır.Ayrıca bu kazanımlar,ailedeki diğer bireylere özellikle kardeşlere ve muhtemelen başka akrabalara ve komşulara da uzanabilmektedir.
-Çocuğu,mutlu ve başarılı bir kişi olarak hayata hazırlama,
-Okul ile ev arasında,çocuğa gösterilebilecek farklı eğitim tutumlarını ortadan kaldırma,
-Evin devamı olan güvenli bir ortamda daha iyi bir öğrenme fırsatı yaratabilme.

Aile Açısından Aile Katılımının Önemi:
-Çocuklarının eğitimlerinde kendi rollerinin öneminin farkına varabilme,
-Çocuğun gelişimine çok yönlü olarak katkıda bulunabilme,
-Bu konuda kendine güven duyabilme,
-Kendi ilgi,yetenek,becerilerinin farkına varabilme,
-Çocuklara duydukları saygının artması,onları birey olarak görebilme,
-Çocukla sağlıklı bir iletişim kurabilme,
-Zaman ayıramamaktan dolayı duydukları suçluluk duygusunu yok edebilme,
-Yeni beceriler kazandırabilme.

Öğretmen Açısından Aile Katılımının Önemi:
-Programını daha kolay gerçekleştirebilme,
-Sağlıklı bir sonuca ulaşılabilme,
-Sağlıklı iletişim sonucu çocuğu kolayca tanıyabilme ve problemleri çözebilme,
-Sorumluluklarını paylaşabilme,
-Hedeflere ulaşabilme,
-İş tatminindeki artışı sağlayabilme.

Kurum Açısından Aile Katılımının Önemi:
-Eğitimin sürekliliğini sağlayabilme,
-Çocuğu çok yönlü gelişimine katkıda bulunabilme,
-Amaçlarına daha kolay ulaşabilme,
-Eğitimde fırsat eşitliğini sağlayabilme,
-Eğitimin kalitesini arttırabilme,
-Sorumluluklarını paylaşabilme,
-İş tatminindeki artışı sağlayabilme.

Aile katılımı bence ilköğretimde de uygulanabilir.Öğretmene düşüyor en önemli iş.(her zaman olduğu gibi)

Çarşamba, Eylül 21, 2016

Zaman Yolcusu

Bir makine bulmuşlar. Dünyanın en üstün buluşu bu. Tüm insanların "Keşke"lerini silecek, huzurla uyuma ve pürüzsüz bir mutluluk ile hayatlarına devam edeceklerini sağlayacak bir makine.

Makinenin içine giriyorsunuz, tarihi ayarlıyorsunuz hatta saati bile ayarlamanız mümkün. Ama o kadar ince detayı hatırlar mısınız, bilmem. Neyse, tarihi ayarlayıp başlat tuşuna basıyorsunuz. Fakat, gelecek tarihleri değil de geçmiş tarihleri ayarlamak zorundasınız.

Makine çalışıyor ve hooop, ayarladığınız tarihe geri döndünüz... Şimdiki aklınızla hem de.! Ne harika... İstediğiniz şeyleri değiştirip geri tuşuna basıyorsunuz ve yine kaldığınız yerden devam ediyorsunuz....

Bu makineye binip ilk neyi değiştirmek isterdiniz?

Elbette ki böyle bir buluş yok.! Ama ya olsaydı.? Hatalarınızı düzeltmek, keşkelerinizden arınıp vicdanınızı özgür bırakmak istemez miydiniz?

Ben istemezdim. Bu güne kadar aklımda hep bu makinenin hayali vardı. Düzelteceklerimin listesini bile yapmıştım, kafamda. Ama düşündüm de, olmaz. Öyle bir imkanım olsa bunu yapmazdım. Çünkü; şuanki aklımı, benliğimi, değerlerimi, kişiliğimi, hayat felsemi...vs. geçmişte yaşadığım hatalarım ve keşkelerim oluşturdu. Onlara bu günümü bile borçluyum. Eğer değiştirmiş olsaydım hiç bir acıyı tadamamış, hayattan hiç bir şey öğrenememiş olacaktım. Ne acı, silik bir hayat...

Bu sebeple de iyiki keşkelerim var...

Pazartesi, Eylül 05, 2016

Paylaştıkları Müthiş Sevgi ve Saç Şekilleriyle İnternet Alemini Sallayan Baba-Kız





Benny Harlem, başarılı bir şarkıcı, söz yazarı, manken ve en önemlisi, harika bir baba... O ve 6 yaşındaki kızı Jaxyn, aralarındaki müthiş bağ sayesinde gün geçtikçe ünleniyorlar. 
BoredPanda'da rastladığımız bu ikiliye bu kadar ün kazandıran bir başka şey de, bu harika baba-kızın muhteşem saçları!
Kaynak: http://www.boredpanda.com/father-daughte...

Bir babanın görevinin, çocuğunu korumak ve en güzel şekilde yetiştirmek olduğunu düşünen Benny; kızı Jaxyn'i yetiştirme şekliyle, onun güçlü ve kendine güvenli bir yetişkin olmasını umuyor.


"Baba olmak çok büyük bir gurur kaynağı ve bir mucize."


"Ona her zaman saygı talep etmeyi öğretiyorum."


"O, ilerde çok güzel bir kadın olacak. Önce kendini sevmesini istiyorum."



"Çünkü kızımı hayattan koruya bilmemin tek yolu, onu hayata hazırlamak."


"Kızıma adeta tapıyorum. O biliyor ki, eğer önce kendini severse; hayatının her alanında ve tüm ilişkilerinde sevgi görecek."


"Ben kızımdan sorumluyum."


"Kızımın ışığıyla besleniyorum. Ebeveynler, çocuklarının ışığıyla beslenirse, tohumlarımız büyür ve biz gelişiriz."




25. Kareye Dikkat (Subliminal/Bilinçaltı Mesajlar)

Gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz şeyleri, bize anlatılan fikirleri kabul eder yada reddederiz. Peki görmüyor, duymuyor ve hissedemiyorken… Yani bizim algı frekansı-mızın altında veya üzerinde, gizlice verilen mesajları reddedebilme imkanımız var mıdır? Uzmanlara göre yoktur.
Subliminal(Bilinçaltı) mesajlardan bahsediyoruz. Birçoğumuzun duyduğu fakat tam olarak fikir sahibi olmadığı subliminal kavramını açıklayarak, özellikle çocuklarımızın tertemiz akıllarını hedef alan bu gizli mesajlardan nasıl korunabileceğimiz yönünde fikirler vereceğiz.
Subliminal mesajlar, bilinçaltını etkileyen gizli mesajlardır. Kişinin bilinçaltına subliminal mesaj göndermenin bir çok yolu vardır.
Dijital ses dosyalarına yüklenen gizli mesajlar,
Gözle algılanamayacak kadar kısa süreli görüntüler ile reklamlarda ve filmlerde bilinçaltına verilen gizli mesajlar,
Reklam afişleri ve logolarda gizlenmiş gizli nesne, kelime ve rakamlarla verilen gizli mesajlar.
Logolar, reklam afişleri ve sinemalarda subliminal mesajlar verildiğini birçoğunuz duymuşsunuzdur. Ancak dijital ses dosyaları ile de bilinçaltımıza gizli mesajlar gönderilebilir. İnsan kulağı yalnızca belirli frekanslardaki sesleri duyabilir. Beynimiz ise bu frekanslardan çok daha düşük veya yüksek sesleri farkedebilir. Siz subliminal mesaj içeren bir MP3 dinlediğinizde,  sadece müziği ve sesleri duyduğunuzu düşünmenize rağmen, içindeki gizli mesajları beyniniz algılar ve kaydeder. Böylelikle, hiç fakında olmadan belli markalara, fikir ya da görüşlere, istemsizce aşina olmuş oluruz.
Subliminal mesajları aktarmanın bir diğer yolu da, 25. karedir. Sinemada uygulanan bu tekniği biraz açıklayalım;
Sinemada her bir saniye 24 kare resimden oluşmaktadır. Bahsettiğimiz 25. kare de, bu 24 kareden oluşması gereken görüntülere 25. karenin eklenmesidir. Bu görüntüler genellikle görülmez/farkedilmez, görülse de bilinçaltında kalır. Evlerimizde çocuklarımız ve ailemizle izlediğimiz film ve dizilerde bu gizli mesajlar bilinçaltımıza işlenir.
Bu gizli mesajlar sayesinde, reklam, fikir ve görüşler bilinçaltımıza işlenmiş olur. Aklınıza “Görmediğimiz halde bu mesajlardan nasıl etkileniriz?” diye sorular gelebilir elbette. “Zaten açık açık reklam ve filmlerle istenilen mesajları izletiyorlar, neden bu yönteme ihtiyaç duysunlar ki?” diyebilirsiniz.
Çünkü gördüğümüz zaman, şuurumuzla bize sunulanları kabul etme veya reddetme imkanımız bulunur. Ancak, algı frekanslarımızın altında veya üstünde bize sunulanları kabul etme veya reddetme imkanımız kalmaz. Yani subliminal mesajlar şuurlu tercih hakkımızı gasp eder, bilinçaltımıza yerleşerek, aşinalık kazanmamıza neden olurlar.
Subliminal mesajlara, ilk önceleri, belli başlı büyük markaların reklamları için denenmiştir, ancak zamanla etkisinin ne kadar büyük olduğu görüldüğünde, kişiler kendi fikir ve düşüncelerini insanlara empoze etmek için kullanmaya başladılar.
Çocuklarımızı Subliminal Mesajlardan Korumalıyız
Subliminal mesajlar, filmlerde, dizilerde, reklamlarda, afişlerde ve hatta çizgi filmlerde dahi kullanılabiliyor. Çocuklara sevgiyi, kardeşliği, doğru ve dürüst olmayı anlatan çizgi filmlerde farklı dini görüşler, şiddet ve cinsellik içeren subliminal mesajlar gizlenebiliyor.
Neler Yapabiliriz?
Çocuklar bir çizgi filmi, reklamı ya da klibi izlerken göz bebeklerinde büyüme, göz kırpma reflekslerinde azalma, seslendiğinizde duymama gibi semptomlar gösteriyorsa, izlediği yayında subliminal mesajlar gizlenmiş olabilir. Bu semptomlar, çocuğunuzun izlediği şeye kanalize olduğunun bir göstergesidir. Tabi ki bu kanalize olma durumu sadece subliminal öğelerden kaynaklanmaz, izlediği ya da dinlediği öğeye aşırı dikkat kesilmiş de olabilir. Her iki durumda da, çocuğunuzun gelecekteki kişiliğini etkileyecek mesajlar, çocuğunuzun beynine işlenmiş olacaktır.
Ebeveynler olarak çocuklarımızı mümkün olduğunca bu gizli mesajlardan korumalıyız. Bunun için;
Çocuklarımıza mümkün olduğunca yerli yapım çizgi film ve programları izletmeliyiz. Yerli yapımlarda subliminal mesajlar yabancı yapımlara göre daha azdır ya da hiç yoktur.
Reklamları izlememelerini sağlamalıyız. Reklamların bir çoğunda, bilinç altına hitap eden, özellikle cinsel öğeler içeren mesajlarlar gizlidir. Zaten bir çok çocuğun reklamlara ilgi duymasının altında da bu neden yatar.
Televizyon akışı yerine kendi seçtiğimiz programları izletmeliyiz. Böylece reklamlardan ve televizyon programlarındaki subliminal mesajlardan çocuklarımızı belli bir dereceye kadar koruyabiliriz.
Özellikle 0-7 yaş arasındaki çocuklarımızın tertemiz beyinlerini subliminal mesajlardan uzak tutabilmek için gerekli araştırmaları yapmalı ve tedbirleri almalıyız. Bunun için severek izlediği çizgi film ve diğer programları gerekirse dikkatlice izlemeli ve hakkında detaylı araştırmalar yapmalıyız.
Subliminal mesajlara sadece çocuklarımızın değil, bizlerin de maruz kaldığını unutmamalı, bu gizli bilinçaltı mesajlarına karşı farkındalık sahibi olmalıyız.
Kaynak ve Yazar : SevgiliBebek

Pazartesi, Ağustos 08, 2016

En Süper Anne Benim.!


Son zamanlarda, sosyal medyada bir çok "Mükemmel Anne" ile karşılaşıyorum. Bade ilk doğduğu zaman ve sonrasında ki 8 ay sürekli kendimi sorguladım. Bu mükemmel anneler sayesinde anneliğimden utandım.!

Ben oyun oynamaktan pek de keyif almayan, oyun üretemeyen, zaman zaman kızıma sinirlenen, uykusuzluktan şikayet eden, kendine bakmayı biraz bırakmış, gibi gibi gibi saçma sapan bir anneydim, kendi gözümde. Zaman zaman ağladığım bile olmuştur, abartmıyorum. Ama şimdi işler çok farklı...

Baktım bu iş böyle olmayacak. Sosyal medyanın da fazlaca içinde olan bir anne olarak kendimi kandırmayı kestim. Her şey göründüğü gibi değil dedim kendime. Hem ayrıca ben de en süper anneydim kendime göre. Ve bu düşüncem de gün geçtikce kendini destekledi ve çoğaldı. Şunu unutmayalım ki, her anne çocuğu için en süper anne ve kendine göre de en doğru annedir. Sonuçta her bebek/çocuk birbirinden farklı ise annelerin de farklı olması gayet doğal.

Evet, saatlerce çocuğumla aktivite yapmıyorum ama bol bol dans ediyoruz. Evet, saatlerce onu oyun evlerinde, parklarda gezdirmiyorum ama uzun uzun kitap okuyoruz beraber. Ya da anne kız gezip dolaşıyoruz.
Evet, her durumda sakin kalmıyorum. Ay yavrucuğum olsun, bir daha yapma diyecek kadar sabırlı bir anne değilim ama asla çocuğuma fiziksel ya da ruhsal bir şiddet uygulamıyorum.
Ben de kendime göre, kızımla kaliteli vakit geçiriyorum.

Çocuğunuzu kalpten sevip, sevginizi ona aşıladıktan sonra ve özgüven kazandırdıktan sonra gerisi teferruat diye düşünüyorum. Bence en süper anne, çocuğunu sevgiyle büyüten annedir.!

Pazartesi, Temmuz 25, 2016

ÇOCUĞUM İSTEKLERİNİ AĞLAYARAK YAPTIRIYOR

Bebekler dünyaya geldikleri ilk andan itibaren ağlamak onlar için bir iletişim biçimidir. Bebek acıktığında, uykusu geldiğinde, gazı olduğunda ağlayarak anne babasına haber verir, onlarla iletişime girmeye çalışır.
Biz yetişkinler ise bebeklerin ağlaması ile panik olup o anda aşırı tepkiler verebiliyoruz. Dolayısıyla bu tepkilerimiz ile birlikte onlara ağlamalarının ne kadar önemli ya da normal olduğu ile ilgili mesajlar veriyoruz.

Örneğin anne bebeğini emzirdikten sonra onu öğlen uykusu için yatırıyor ve kendisi de mutfak işlerine başlıyor. Bir süre sonra odadan ağlama sesi geldiğinde anne, telaş ve panik ile odaya gidiyor, bebeğini heyecanla kucağına alıyor. Bu kucağa alma sırasında eğer anne hal ve hareketleri ile bebeğine kaygı duygusunu aşılarsa, bebeği zamanla annesinin bu kaygılı hallerini kullanmaya başlıyor. Daha fazla ve daha şiddetli ağlayarak annesinin her zamankinden daha çabuk yanına gelmesini ve onunla daha fazla ilgilenmesini sağlamak için bir sistem geliştiriyor ve anne bebeğine şu mesajı veriyor:
“Ne kadar çok ağlarsam annem yanıma o kadar çabuk gelir, ne4 kadar çok ağlarsam benimle o kadar çok kalır ve isteklerimi yapar”
Ama aynı örnekte anne bu kadar kaygılı değil de daha sakin davransa bebeğin de annesinden öğreneceği şeyler daha farklı olacak. Örneğimizi tekrar ele alacak olursak anne bebeğini emzirdi, öğlen uykusu için yatağına yatırdı ve o da mutfak işlerine başladı. Bebeğin odasından bir süre sonra ağlama sesi duydu. Bebeğin odasına giden anne yatağın yanında durup “Günaydın, uyandın mı, bana mı seslendin” dedikten sonra sakince bebeğini kucağını alırsa ve “Sesini duyunca geldim” dese bebeğine şu mesajı vermiş olacak:
“Annem onu çağırdığım her an yanımda ve ben onunla birlikteyken güvendeyim”
Bu örneklerden de yola çıkacak olursak birinci örnekteki gibi kaygılı ve korumacı anne babaların çocukları 1-2 yaşına geldiklerinde de isteklerini ağlayarak yaptırma eğiliminde olan çocuklar olabiliyorlar. Çünkü bebeklikten itibaren anne baba çocuk arasındaki ihtiyaçlar dengesi buna göre kuruluyor.
Bu nedenle çocuklar ile bebeklikten itibaren kurulan iletişimin şekli ve kalitesi bizler için çok önemli.

Peki çocuğunuz büyüdükçe isteklerini ağlayarak ifade etmeye devam ediyorsa nelere dikkat etmelisiniz:
• Özellikle 0-2 yaşta çocuklar nesneleri dokunarak, ağızlarına koyarak tanırlar. Bu nedenle başkasının elinden oyuncak çekebilirler ya da başka bir çocuk sizin çocuğunuzun elinden oyuncak çekebilir. Böyle durumlarda “ağlama, ağlama ben sana başkasını vereyim” ifadesi ile değil, “Bak burada başka oyuncak var, sen de bununla oyna” ifadesi ile çözüm bulmaya çalışın
• Çocuğunuza karşı çok engelleyici ve baskıcı olmayın. Kural ve sınırlarınız olsun ama bu kural ve sınırlardan o ağlıyor diye vazgeçmeyin. Siz böyle davrandığınız sürece, çocuğunuz da ağlayarak kuralları ortadan kaldırmaya ve kuralsız sınırsız bir ortam oluşturmaya çalışacaktır.
• Söylemlerinizde, davranışlarınızda ve kurallarınızda ne t olmaya özen gösterin. Duruma ve yere göre tavrınızda esneklikler olabilir ama bu esneklikler siz uygun gördüğünüz için olmalıdır, çocuğunuz ağlıyor diye değil.
• Çocuğunuz isteklerini ağlayarak yaptırıyor ve siz de bu davranış nedeniyle “Bir daha böyle ağlarsan….” Diye başlayan tehdit cümleleri kuruyor fakat herhangi bir yaptırım uygulamıyorsanız, çocuğunuzun gözünde ciddiyetiniz ve inandırcılığınız kalmaz. Çocuğunuzu yaptırım uygulamak adına uyarıyorsanız, o yaptırımı gerçekten uygulayın.
• Anne baba tutarlılığı her konuda olduğu gibi bu konuda da çok önemli. Çocuk ağlasa da isteğini yerine getirmeyen anneye karşın “Ağlatma da ne istiyorsa ver” diyen bir baba varsa, çocuk bu tutarsızlığı da sonuna kadar kullanacaktır.








Kaynak : http://www.emineergun.com.tr/

Pedagog Emine Ergün

Çocuk Gelişimi Uzmanı, Ebeveyn Danışmanı, Özel Eğitim Danışmanı, Kreş Danışmanı, Anne Çocuk Öyküleri Kitabının Yazarı.

Pazartesi, Temmuz 18, 2016

Toplumsal Olaylar, Felaketler ve Çocuklar

Hepimiz bir toplum içinde yaşıyoruz. Anlamlı bulduğumuz tüm ilişkiler içinde yaşadığımız toplum içinde, o toplumun genel kabulleri, doğruları, yanlışları, mutluluk ve acıları tarafından şekilleniyor; şekillendiriliyor. Konuşan, düşünen, hayal kuran, üreten ve hisseden bir canlı olarak insanoğlu, kendi varoluşundan emin olmak için, kendisini bir başkasının gözünde görmeye her zaman ihtiyaç duyacak ve toplum bize bu aynayı tutma görevini sürdürüyor. Karşı çıktığımız, kabul ettiğimiz, yakınında olmak ya da uzak durmak istediğimiz her şey küçük ya da büyük, mikro sistem ya da makro sistem boyutunda hayatımızı şekillendiriyor.
Biz yetişkinler toplumsal döngüyü ve genel kabul görmüş toplumsal kuralları benimsemiş olarak ya da en azından öyle görünerek varlığımızı sürdürüyoruz. Çocuklarımızın da toplum ve/veya topluluk içinde var olabilmesi için bu öğrenme sürecinin içine girmesini destekliyoruz ve okullara gönderiyoruz. En küçük yaş grubundan en büyük öğretim kademesine kadar okullar çocuklar için toplumsal hayatın küçük bir modelini oluşturuyor ve çocuklarımız bunun içinde öğrendikleri becerileri gerçek hayata, dışarıda onları bekleyen gerçekliğe becerebildikleri ölçüde aktarıyorlar.
Buraya kadar her şey doğrusal ve “normal” olarak hepimiz tarafından kabul edilebilir. Ancak dışarıdaki dünya tüm acı ve mutluluklarıyla kendi gerçeğini dayatmaya devam ediyor. Çocuklar ise okullarda öğretilmeyen, anne babaları tarafından onları korumak adına paylaşılmayan bu gerçeklerden habersiz, geleceğe olabildiğince hazırlanmaya çalışıyorlar.
Doğal afetler, savaşlar, terörizm ve kitlesel kazalar gibi toplumsal olaylar çocuklarla konuşulmalı mı konusu başlı başına bir sorudur aslında. Ancak evdeki ve okuldaki korunaklı alanın dışında bütün bunların meydana geldiği bir dünya mevcudiyetini korur. Bu durumda anne babalar olarak bizler de onları nasıl koruyacağımız, güvenliklerini nasıl sağlayacağımız ve kendilerini iyi hissederek, umut etmeye devam etmelerini sağlayarak nasıl yetiştireceğimiz konusunda yoğun endişeler ve kafa karışıklıkları yaşarız. Bu olaylar açıklanması güç, çocuklar tarafından anlaşılması neredeyse imkânsız olduğu için de büyük endişe kaynaklarıdır. Kişiden kişiye değişen tepkilerimiz olduğu gibi, bu endişeleri ve kafa karışıklıklarını yaşamak da kaçınılmaz ve doğaldır. Peki, bunun bir doğrusu var mıdır? Varsa nedir?
Temelde yedi yaş ve yedi yaşından küçük çocukların dışarıda olup bitenlerden haberdar olmaması uygundur. Bu gelişimsel olarak endişeler ve korkular yaşıyor olduklarından hem de özellikle dört yaşın altındaki çocukların gerçekle hayali olanı tam olarak ayıramıyor oluşlarından kaynaklanır.  Zaten kendi büyüme ve dünyayı anlamlandırma çabaları içinde yoğun ve tarif edilmez duygular yaşayan çocuklar için, korkutucu, endişe verici ve anlamakta zorlanacakları olaylarla karşılaşmaları genellikle yaşamlarını zorlaştırır. Burada ailelerin bu konulara bakış açıları da önemli bir konudur. Kimi aileler bunu hayatın gerçeği olarak kabul ederek tüm olanlardan çocuklarını haberdar etmeyi, kimi aileler ise bu olayların dehşeti ile çocuklarını yaşı kaç olursa olsun karşılaştırmamayı tercih ederler. Ancak maalesef yaşı kaç, ailesinin tutumu ne olursa olsun çocuklar bununla bir şekilde karşılaşırlar.
Çocuklar toplumsal felaketlerle pek çok şekilde temas edebilirler. Üstelik bu temas ve karşılaşma genellikle öngöremediğimiz bir şekilde gerçekleşir. Bazı durumlar bu karşılaşmayı hızlandırır; akranlarından çok yetişkinler arasında olan, kontrolsüz medyanın bulunduğu ortamlarda bulunan, farklı içeriklere sahip akran grupları içinde olan, sokakta bizzat bu felaketlere maruz kalmış kişilerle karşılaşan ve her şeyin ötesinde dışarıda yaşanan olaylara duyarsız kalamayıp, çocuklarını korumakla ilgili endişeleri yüzlerinden yansıyan ebeveynler gibi… Sonuçta çocuklar bir şekilde temas ediyorsa, elimizde her zaman bir “B Planı” bulundurmak ve en azından konu gündeme geldiğinde bir parça hazır olmak gereklidir.
Çok küçük çocuklar çoğunlukla duydukları, gördükleri şeyleri oyun olarak anlar ve sözel içerikleri anlamazlar. Ancak özellikle ebeveynlerinin bu durumlarda oluşan tepkileri onlar için kaçınılmaz referans kaynaklarıdır. Her zaman paylaştığımız bir gerçek vardır; çocuklar daha doğmadan önce annelerinin hissettiklerine, doğduktan sonra baba ile gelişen ilişkisel bağlı olarak babalarının hissettiklerine ve bunlardan referans alarak diğer kişilerin hissettiklerine duyarlı olurlar. Ancak üç yaşın altındaki çocukların en önemli bilgi kaynağı anne-babalarının hisleridir. Bu yaş aralığındaki çocuklar anlatılan içerikleri anlıyormuş gibi görünmekle birlikte, aslında bu içeriği kendisine sunan yetişkinin hissettiklerine, içeriği sunma şekline ve gündelik etkileşimleri içindeki tutumlarına dikkat eder. Üç ve yedi yaş aralığındaki çocuklar sözel içerikleri daha çok anlamakla beraber kavramları ve soyutlamaları pek anlayamaz, hala yetişkinin duygularına ve bunlarla nasıl baş ettiklerine bakar, ebeveyninin tepkilerine karşılık eylemler oluşturur. Dolayısıyla meydana gelen olayları paylaşmıyor, yanında televizyon açmıyor, konuşmuyor ve hatta bu konudan hiç bahsetmiyor bile olsanız, bu olaylar hakkında hissettikleriniz, kaçınılmaz olarak ilişkinizin içinde çok önemli bir üçüncü kişi gibi var olur, etkileşiminizde yer alır. Peki, çocuklar buna nasıl tepki verirler?
Çocuklar, ebeveynleri ile etkileşimlerinde yer alan bu duygusal işaretçilerini okur ve şu sonuca varır: “Orada annemin/babamın çok zorlandığı/baş edemediği/korktuğu/endişelendiği bir şey var. O zaman gerçekten benim de öyle hissetmeme neden olacak bir şey var ve onlar da bu şekilde hissediyorlarsa güvende değilim. Umarım orada olan biten neyse benimle ilgili değildir. Ama ya benimle ilgiliyse? O zaman ben kesinlikle tehlike altındayım ve her an sevgi, bakım ve güvende olma ihtiyacım karşılanmayıp, terk edilebilirim.”. Çocuk açısından, ebeveynlerinin çaresiz hissetmesi ve sağlam kalamaması, duygusal olarak neredeyse ölümcüldür. Çünkü en temel ihtiyaçları güvende olduklarını bilmektir. Ebeveynleri ve onu koruduğuna inandığı, güvendiği yetişkinler de güvende ve sağlam değillerse tehlike çok büyüktür ve baş edilemez.
Dolayısıyla ilk adım kendi duygularınızın farkında olmaktır. Bu duyguların kendine gündelik etkileşimlerinizde nasıl yer bulduğunu anlamaya çalışmanız önemlidir. Özellikle söylenmeyen, konuşulmayan duygular yetişkin ya da çocuk fark etmeksizin zehirleyicidir. Dolayısıyla güvendiğiniz kişilerle, eşiniz, aileniz ya da arkadaşlarınızla ve hatta belki bir profesyonelle mutlaka bu konuları konuşmak için bir alan yaratmanız işe yarayacaktır. Böylece söze dökülmeyen, içinizde sıkışan yaralayıcı duygularınız hafifleyebilir, endişenizi biriyle paylaşmış olmak, duygularınızın eylemlere yansımasını hafifletebilir.  Bununla birlikte çocuklarınıza olumsuz bazı duygular yaşadığınızı söylemenizde sakınca yoktur ancak bu duygularınızı onlara bağlamamanız çok önemlidir. Peki, ne derseniz çocuklar için anlamlı ve rahatlatıcı olur? Çok basit bir formülü var; nedenini açıklamak zorunda hissetmeden duygunuzu söyleyin, bunun onunla ilgisi olmadığını ifade edin ve bununla bir yetişkin olarak baş edebileceğinizi paylaşın. “Canım çok sıkkın / bugün biraz üzgünüm …. Bunun senin yaptığın ya da yapmadığın bir şey ile ilgisi yok. Merak etme yakında tekrar iyi hissedeceğim ve sen benim iyi hissetmem için bir şey yapmak zorunda değilsin. Bunu kendi başıma halledebilirim.”.
Unutmayın anahtar olan kendi duygunuzun farkında olmanız ve bununla baş edebilmenizdir. Çocuğunuzla konuşurken sesinizin kendinden emin, sakin ve kontrollü olduğundan emin olun. Bu çocuğunuzun kendisini koruyacak ebeveynlerinin sağlam ve dayanıklı olduğuna, güvende kalacağı ve korunacağına ilişkin inancını korur.
Diyelim ki arkadaşları, diğer yetişkinler, medya gibi kontrol edemediğiniz ya da gözünüzden açan sizin dışınızdaki bir kaynaktan bir bilgi edindi. Genellikle çocuklar bu tür bir içerikle karşılaştıklarında tam bir anlam veremez, çok uzaklarda gerçekleşmiş bir olay bile olsa onu yakında ve kendi başına gelebilecek bir şey gibi deneyimler. Ebeveynler ise kendilerine sorular gelmeye başladığında paniğe kapılır ve ne diyeceklerini şaşırır, duygusal tepkilerinin kontrolünü kaybederler. Hatta bazen sorular hiç gelmemiş gibi davranmaya çalışır, çocuklarından gelen bilgileri görmezden gelebilirler. Ya da diğer uçta “hayatın gerçekleri ile önünde sonunda karşılaşacak, neyse onu söyleyivereyim” taraftarı olup, çocuklarının kaldırabileceği ve anlayabileceğinden fazla bilgi paylaşırlar. Çocuğunuz bir şekilde ulaştığı bilgilerle size geldiğinde ya da bir şekilde onun bu içerikle “uğraştığını” fark ettiğinizde, temel bir yol haritası olarak aşağıdaki adımları kullanmak işinize yarayabilir:
  • Eğer bu konuyu konuşmak için kendinizi yeterince iyi ya da hazır hissetmiyorsanız hazırlanmak için kendinize zaman verin. Dilerseniz konuşmamayı seçebilirsiniz ancak bununla ilgili çocuğunuza mutlaka bilgi verin; “bu yetişkinlerin çözmeye çalıştığı bir konu, merak etme sana hiçbir şey olmayacak ve biz seni koruyacağız” demeniz bile yeterlidir. Nihayetinde konuşmaya karar verdiyseniz ve bunu bir süre sonra yapabileceğinizi fark ettiyseniz mutlaka biraz zaman verin. Duygularınız çok yoğun olabilir ancak sakin kalmaya çalışmanız ve çocuğunuz için güvenli, yaslanılabilecek bir ebeveyn olmayı sürdürebilmeniz için bu ara çok işe yarayacaktır. Ancak konuşmaya karar verirseniz, bu arayı çok uzatarak çocuğunuza “konudan kaçındığınızın” mesajını vermemeye özen gösterin. Çocuğunuza bir zaman verin, o zaman için hazırlıklarınızı yapın ve zaman geldiğinde yeniden ertelemeyin.
  • Hala yoğun duygularınız varsa, çok fazla içinde kalmamaya ya da tamamen reddetmemeye özen gösterin ve duygunuz neyse onu paylaşın. Unutmayın en önemli konulardan biri her türlü duyguya sahip olabileceğimiz, tüm duyguların kabul edilebileceği ve olumsuz duygularla baş edilebileceğini gösterebilmemizdir.
  • Önce onların gündemlerinden başlayın. Sizin gündeminizle değil, içsel olarak hala güvende olup olmadıklarıyla meşgul olduklarını unutmayın. Dolayısıyla getirdikleri konu, sordukları soru her neyse, öncelikli olarak onların bu konuda ne bildiğini, zihinlerinde nasıl bir senaryo ve tasarım olduğunu anlamaya çalışın. Nereden başlayacağınıza ilişkin en güvenli bilgi bu senaryoların içinden çıkacaktır.
  • Yaşlarına uygun, açık, öz ve net bilgiler verin. Çok küçük çocuklara “buradan uzak bir yerde kötü şeyler oldu, bu beni de üzüyor” demeniz yeterli olur. Yaş büyüdükçe terör, bomba, patlama gibi kelimeleri kullanmamaya gayret ederek küçük parçalar halinde bilgi verebilirsiniz. Ölüm ya da savaş demenizde bir sakınca bulunmaz. Ölüm kavramını her yaşta, savaş kavramını dört yaşından sonra kullanabilirsiniz. 
  • Her bilgi paylaşımından sonra çocuğunuzun bu bilgiyi sindirebilmesi için ona zaman verin. Çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine ve duygusal özelliklerine bağlı olarak bu süre değişken olacaktır. Ancak çocuğunuz verdiğiniz bilgiyi bir süre işledikten sonra mutlaka ne anladığıyla ve hala kafasını kurcalayan diğer sorularla geri dönecektir.
  • Gelecek yeni sorulara, ortaya çıkabilecek duygulara hazır olun. Güvenilir bir bilgi kaynağı olmayı sürdürün ve sabırlı davranın. Çocukların en büyük mutluluklarında da ne dehşetli anlarında da ilk koşacakları kişiler ebeveynleridir. Dolayısıyla onların kahramanı, koruyucusu, yıkılmayan dayanıklı kalesi olamaya devam edin.
  • Sorular bilişsel içeriklere hitap eder ve yetişkinliğin en büyük tuzağı, gelen soruyu bir enformasyon açığı gibi algılayıp, yaşımızın deneyim ve bilgisi ile karşılamaktır. Oysa çocuklar sorular sorarken aslında duygularından bahseder. Bu yüzdendir ki cevapladıkça daha çok “neden” ve “niye” soruları gelir, “ya….. olursa” senaryoları ile karşılaşırız. Çünkü verdiğimiz bilginin zihinsel olarak anlaşılmasını ve sonrasında da konunun yatışmasını bekleriz. Ancak çocuklar söz konusu olduğunda işler öyle yürümez. Dolayısıyla sorunun altındaki duyguya dikkat kesilmeniz çok önemlidir. Çocuklar mevcut yaşam deneyimleri ile size anlatamadıkları her şeyi soruları ile anlatırlar. Sorularının içinde tüm hisleri ve merakları vardır. Bunu duymaya hazır ve istekli olun. Bu duyguyu ne küçümseyip ve hafife alın ne de gereğinden fazla anlam yükleyip paniğe kapılın. Hem kendinizin hem de onun duygusuyla baş etmesi gereken kişinin yetişkin olarak siz olduğunuzu hatırlayın.
  • Genellikle altta yatan duygu güvende olup olmadığına ilişkin korku ve endişesidir. Bunu onun söze dökmesine yardım edin. Onun anlayabileceği kelimelerle, onun anlayabileceği şekilde olası içsel akışına ilişkin bir önermede bulunun ve sonrasında olanları izleyin: “galiba bu duydukların seni çok üzdü/ çok kızdırdı/ çok korkuttu…. Belki aynı şeylerin bizim başımıza gelip gelmeyeceğini merak ediyorsun. Ben de bazen benzer duygular yaşıyorum… Ama merak etme, ben ailemizin güvende olması için çalışıyorum ve sana ya da ailemize bir şey olmasına izin vermeyeceğim.”
  • Bunlara ek olarak dışarıda bizi korumakla görevli olan insanların da var olduğunu ve onların da çalıştığını söylemeniz işe yarayabilir. Bazen siz güvenmeseniz ve inanmasanız bile, çocukların güvenlik duygularını pekiştirmek için polisler, itfaiye gibi yardımcı kişilerden bahsetmek onlar için önemlidir. 
Bu adımlar çocuğunuzun pek çok sorusuna yanıt bulmasına ve dışarıda olan biten onca felaket ve acı ile baş edebilmesine yardımcı olacak cesareti ve umudu koruyabilmesine yardımcı olabilir. Ancak bazen çocuklar açıklamalarla yetinmez, kişilik özelliklerinin etkisi ve etraflarındaki yetişkinlerin durumu yeteri kadar becerikli bir biçimde ele alamayışlarının da katkısı ile farklı davranışlar geliştirebilirler. Bazen bu belirtileri anlamak oldukça zordur, çünkü pek çok belirti olaydan ve durumdan bağımsız zamanlarda, ilgisiz şekilde ortaya çıkar. Bu yüzden çocuğunuzu izlemeniz çok önemlidir. Aşağıdaki tepkisel durum ve davranışlar çocuğunuzun bu durumla etkili bir biçimde baş edemediğinin göstergesi olabilir:
  • Israrla aynı şeyleri yapmak istiyorsa ya da belli bir konu/nesne veya olayı kontrol etmek konusunda diretiyorsa…
  • Daha küçük yaşlarında davrandığı gibi davranıyorsa, mesela parmağını emiyorsa, tuvalet eğitimi tamamlandığı halde altına kaçırıyorsa…
  • Nedensiz görünen, ani ve sıradan şeylere karşı bile kontrolsüz tepkiler gösteriyorsa, öfke patlamaları veya ağlama nöbetleri geçiriyorsa…
  • Aşırı hareketli hale geldiyse ve sakinleşmeye geçemiyorsa…
  • Çok kolay irkiliyorsa, bedeni küçük streslere bile tepki veriyorsa…
  • Uykusuna ilişkin sorunlar başladıysa; uykuya dalamıyor, gece kâbuslarla uyanıyor ya da korkular yaşıyorsa…
  • Dikkati belirgin ölçüde değiştiyse, odaklanmakta güçlük çekiyorsa ya da dalgın ve unutkan olduysa…
  • Aşırı agresyon kadar, aşırı kokular yaşıyor, eski sosyal işlevselliğini gösteremiyor, kendi içine çekilip konuşmuyor ve rahat etkileşime geçemiyorsa…
  • Bedensel olarak sizin tarafınızdan sakinleştirilmeye, yanınızda olmaya ve neredeyse size yapışık bir tutum sergilemeye başladıysa…
  • Kaynağı belli olmayan pek çok bedensel ağrıdan bahsediyorsa; karnı, başı veya kasları ağrıyorsa…
Bu belirtiler birebir olarak travmatik deneyim yaşayan çocuklarda görülür. Ancak travmaya şahsen maruz kalmasa da, kendi baş etme becerilerinin üstüne çıkan durumlarda çocuklar benzer tepkiler verir. Bu durumda çocuğunuzun fazladan yakınlık, korunma, öfke ve korkularının dışa vurumuna zaman vermeniz, bunun ne zamandan beri ya da özellikle ne olduğunda ortaya çıktığını takip etmeniz ve yine sabırlı olmanız çok önemlidir. Ayrıca böyle durumlarda, yardımcı olamayacağınızı hissettiğinizde ya da süre çok uzadığında bir uzman yardımı almanız da gerekli olabilir.
Sonuç olarak toplumsal olaylar ve felaketler, insanlar var oldukça ve toplum içinde var olmaya olan ihtiyacı devam ettikçe olacaktır. Bu gerçek, yaşana her dönem ve çağda farklı yüzleri ile kendini gösterecektir. Değişmeyen tek ve en önemli şey ise çocukların bu durumlarda ebeveynlerine, ebeveynlerinin güçlü ve sağlam duruşlarına ve onları güvende tutmak için her şeyi yapacaklarını bilmeye olan ihtiyaçlarıdır.
Başımıza ne gelirse gelsin, çocuklar için güçlü, sağlam, dayanıklı yetişkinle; olamadığımız zamanlarda yardım almaya cesaret gösterebilecek kişiler olmak dileğiyle…



 - Brown Braun, Betsy - "Neyi Nasıl Söylemeli", Tara Kitap (2015)
- Levine, Peter & Frederick, Ann - "Kaplanı Uyandırmak", Butik Yayıncılık (2013)