Radyo 45'lik

Çarşamba, Kasım 26, 2014

ŞİDDET, ŞİDDETİ DOĞURUR


Dr. İnci Şen

Tıp eğitimini Almanya ve Türkiye’de tamamladıktan sonra uzmanlık eğitimini Almanya’da gerçekleştirmiştir. Senelerce Yetişkin Psikiyatrisinde çalıştıktan sonra Essen Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi bölümünde 4 sene göçmenler başta olmak üzere çeşitli psikiyatrik konularda araştırmalar ve bilimsel çalışmalar yaptı. Son yıllarda Almanya’da birikimlerini kendi polikliniğindeki çalışmaları ile sürdürdü. Bilimsel çalışmalarının yanında üç yıl Koçluk eğitimi almıştır. Uluslararası alanda bu konuda hizmet vermektedir. TAVAK (Türk-Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı) Mütevelli Heyet üyesi.

Şiddet konusunda geçmişte makalelerim oldu, bugün şiddete karşı hükümetin yeni önlemler alması ve terörizme karşı Alman Modelini yasalaştırmak istemesi, bu konumun Türkiye’deki geçerliliğini koruduğunu bırakın Kurban Bayramındaki Kobani olaylarıyla daha da vahim noktalara gelmesi nedeniyle bugün tekrar bu konuya değineceğim.

Durum ciddi
Türkiye’deki son politik ve ekonomik gelişmeler, halkımızı büyük ölçüde depresyona yöneltiyor. Bu, insanların git gide içine kapanmasına ve umutsuzluğa itiyor. Toplumda bunun bir göstergesi olarak son zamanlarda sık rastladığımız cinnet olaylarını görüyoruz. Yapılan araştırmalara göre halkımızın yüzde 10’nun depresyon geçirmesi şu içinde bulunduğumuz politik ortamın ciddiyetini kanıtlıyor.
Gezi olaylarından beri Türkiye’de öfke kontrollünü ne sokaklarda, ne de politikada görüyoruz.  Öfke kontrolsüzlüğü kadına şiddeti de beraberinde getiriyor. Son zamanlarda kadın cinayetlerine de bu açıdan baktığımız zaman öfke kontrolsüzlüğü ortaya çıkıyor.
Sık sık izlediğimiz tutuklamalar, internet yasağı, Meclis’teki politikacıların vurdulu kırdılı, küfürlü konuşmaları da şiddetin bir yüzü. İşte çocuklarımıza şu sıralar sunduğumuz ortam bu, ortam deyince sürekli şiddet, gerginlik, endişe korku ve kuşku içeren bir ortam. Bir taraftan çocuklara vermek istediğimiz düzgün terbiye kurallarımız, görmek istediğimiz ve beklediğimiz dürüst davranış şekilleri öbür taraftan çocukların önünde cereyan eden bu şiddet endişe ve korku tablosu.
Hak, hukuk, birbirine karışmış kutuplaşmalar çok keskin ve birbirlerine düşman gibi davranan insanları

Modelde neler var?
Türkiye’nin gündeminde olan Alman polisinin yetkileri şöyle:
* Ülke çapında terörle mücadele kapsamında ‘önleyici’ soruşturmalar yapabilme. Ağır suçlar söz konusu olduğunda ve soruşturma sırasında somut bir tehlike sezilmesi halinde emniyet teşkilatı görevlileri, hâkimin izni alınmak koşuluyla kişisel bilgisayarlara giriş yapabiliyor.
* Acil durumlarda, Federal Emniyet Teşkilatı Başkanı hâkimin izni olmaksızın müdahale etme yetkisine de sahip.
* Alman polisi, devletin birliği ve güvenliğinin tehlikeye düştüğü durumlarda kişisel bilgisayarlara girebiliyor. Polis, kimi durumlarda ev sahibinin izni alınmadan arama yapılabiliyor.
* Polis, kamu güvenliğine yönelik tehdidin giderilebilmesi için suç işlediği yönünde kuvvetli delil bulunan kişinin özgürlüğünü, gözaltına alma işlemlerinden önce hâkim kararı olmaksızın geçici olarak kısıtlayabiliyor.
Demokratik değil
Devletin birliği ve güvenliğinin tehlikeye düştüğü durumlarda, BKA, terör zanlılarını gizli olarak dinleme faaliyetleri sürdürebiliyor, evleri gözetleyebiliyor. Bilgisayar sahiplerinin bilgisi olmadan sisteme girip verilere el koyabiliyor. Ayrıca kimi durumlarda şüpheli görülen evlerde ev sahibinin izni alınmadan arama yapabiliyor, telefon ve cep telefonlarını dinleyebiliyor, önleyici gözaltı yapabiliyor.  Hatta şüphelinin birinci ve ikinci derece yakınlarının evi bile gözetlenebiliyor. Böylece denetim görevi gören Federal Savcılığın ötesine geçen yetkilerle donatıldılar. İnsan hakları örgütleri, yasayı, özel hayatın mahremiyeti de dahil bireysel özgürlükleri zedeleyeceği gerekçesiyle sert bir dille eleştirirken, muhalefet de Almanya’nın FBI’sının yaratıldığı eleştirilerini getirdi. Hukuk devleti ilkesinin çiğnendiği vurgulandı.
Daha düne kadar yaşadığımız yargısız tutuklanmalara neden olan davaların hesabı paralelcilere çıkarılırken Alman modeliyle hükümet bunlara yasal zemin hazırlıyor. Özel hayat ve kişisel mahremiyet yok ediliyor. Daha yeni yaşadığımız Ergenekon ve Balyoz davalarının açtığı adalet duygusunun derin yaraları sarılmadan aynı hataların tekrarlanması, adaletsizliğin ve yolsuzluğun en üst düzeyde yaygınlaşmasından rahatsız insanlarımızın otoritelere (hükümet, yargı, emniyet) olan güvenini bir kez daha sarsacak ve bir daha iyileşemeyen bir güven kaybına neden olacaktır. Bununla birlikte bu güvensiz, baskıcı ortam korkuları da beraberinde getirecek. İnsanlar kuşku ve endişe ortamında özgürlüklerini yaşayamayacaklar. Bir korku ortamı yaratılıyor, bu insanların bir kısmının kendi içlerine çekilmesine, pasif, umursamaz, gittikçe bencilleşmelerine bir kısmı da illegal gruplara katılarak şiddete şiddetle cevap verme olasılığını artıracaktır. Bildiğimiz gibi şiddet, şiddeti doğurur.

Empatide başarılı değiliz
Dünya’da bunu nasıl çözüyorlar, neler yapıyorlar? Bunu irdelemekte muhakkak yarar var. Buna gelmeden evvel empati oluşturma konusuna da kısa değinmek istiyorum. Türk insanı olarak empati konusunda çok duyarsızız. Baktığımız zaman bir asansöre bindiğimiz zaman kimseyi selamlamıyoruz, yolda suratımız asık gidiyoruz, alt kadroda çalışan insanlara karşı acımasız olurken, üstlere karşı yağcılık yapıyoruz. Bunlar esasında ruh sağlığının bozulduğunun en iyi belirtileri. Dünya’da ve Avrupa’da psikiyatristler bu konuda metotlar oluşturuyorlar. Kurumlarda empati oluşturmak ve öfke kontrolü konusunda seminerler veriliyor. Türkiye’de belirli kaliteli iş yerleri bu önemli metotlarla çalışıyor, dışarıdan çalışan kuruluşları getirerek elemanlarına bu konuda seminerler verdiriyor. Böylece iş dünyasındaki sertlikleri azaltmak ve mobbing’lere son vermek konusunda adımlar atılıyor. Almanya’da kaldığım süreç zarfında, psikiyatrist olarak bu konuda birçok seminer verdim ve Almanya’da özellikle göçmenlerin daha fazla empati kurmaları ve öfke kontrolü sağlamaları konusunda çalıştım. Almanya’da ezilen Türkler öfke kontrolü konusunda ciddi deneyime ihtiyacı vardı. Bütün bunlara baktığımız zaman Türkiye’de de özellikle politik yaşamında öfke kontrolü tamamen kalkmış durumda. Sokaktaki savaşlar, polisin şiddet içeren tutumu buna karşılık gençlerin saldırgan tavrı iletişimi olanaksız hale getiriyor.

Hükümetin konumu
Bu acıdan hükümete, Aile ve Eğitim bakanlıklarına büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu konuda her türlü yardım için, herkesin el ele çalışıp, Türkiye’deki şiddeti bir an evvel önlemenin yollarını hep birlikte bulup, çocuklarımıza ileride daha barışçıl, daha anlayışlı, empati duygusu çok daha yüksek olan insanlar olarak yetiştirip çocuklarımızın hayat ve yaşam kalitelerini arttırma sorumluluğumuz vardır. Toplumun her bölümünde şiddete karşı çalışmalar yapmak gerek, ama bu şu içinde bulunduğumuz sürede inandırıcı gelmiyor. Hem insanları şiddete karşı eğiteceksin, hem de aynı zamanda özgürlükleri, kişilik haklarını kaldıran, otoritenin elini kuvvetlendiren sorgusuz, sualsiz yasalar getireceksiniz. 
Türkiye’deki bu yeni şiddet dalgasına karşı yeni yasalarla yüzeysel çözüm yerine, problemlerin kaynaklarına inip kökten çözümler getirmek daha akılcı, aynı zamanda özgürlük ve demokrasi atmosferinin de oluşmasını ve gelişmesini sağlayacaktı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder